28 Mayıs: Bütünlük Üzerine
Timuçin’in “bütün” kelimesini/kavramını kullanmasında metaforik bir yan var... İlkece itirazım yok böyle bir kullanıma, ama zaman zaman olsa da, böyle eğreti olmayan bir kullanımı hatırlamakta yarar var.
Eğer “bütün”den (Ayşegül Denizci’nin de ima ettiği gibi) “her şey”i anlıyorsak, o zaman “bütün”ü çoğul olarak kullanamayız.
Tarihte, yalnızca düşünülmüş-düşünülebilecxek değil varolmuş-varolabilecek her şeyi kuşatma iddiasında olan, bu anlamda bütünlükten sözeden tek bir sistematik oldu: Hegel’in sistematiği... (Akla gelebilecek diğer adayları –Aristoteles, Aziz Thomas, Spinoza, Kant, Nietzsche– istenirse tartışmayı, daha sonraki bir nota bırakayım.)
Bu yüzdendir ki, öznellik gibi (enerji cinsinden) bir şeyin (iradenin, emeğin, arzunun, dürtülerin), kendisine kısmen yabancı (ama kendisinin aynı zamanda bir parçası da olduğu) bir dünyayı temellük ederk (sahip çıkarak, dönüştürerek) hem kendisini kurmasını, hem de onu insanîleştirmesini açıklamaya/anlatmaya kalkışan bütün girişimler eninde sonunda Hegel’i yeniden keşfetmeye varıyor. Bu çerçevede yalnızca Hegel’den 100 küsur yıl sonra Kojeve’nin, ondan 50 yıl kadar sonra Fukuyama’nın “tarihin sonunu” keşfetmeleri değil, Lacan’ın (Hegelci) Freud okuması da hatırlanabilir.
Gerçi Hegel’e, Kojeve’e, Fukuyama’ya karşı, tarihin henüz tamamlanmamış, Hegel’in kasdettiği bütünlüğün henüz kurulmamış olduğu iddia edilebilir. Ama bu iddia, yalnızca yaşanan, yaşanacak hayatları önemsizleştirmeme gibi iyiniyetli bir kaygının ifadesi olarak kalmayacaksa, her şeyden bahsetmemizi mümkün kılacak ve matematikten daha evrensel bir dilin ve bu dilin gerçeklik (fiiliyat kazanmasının) imkanını hayal edebilmemiz ve elbette bu hayalî dilin içinde yaşadığımız gerçeklikten daha kuşatıcı, daha zengin olduğunu iddia edebilmemiz lazım.
Ama şimdiye kadar ulaşabildiğimiz en evrensel, en bütünlükçü dil olan matematiğe göre kurulmuş bir dünyanın nasıl bir dünya olduğunu/olabileceğini biliyoruz: Onun adı (doğası gereği, küreselleşen) kapitalizm.
Dolayısıyla bu sınırlar içinde, bütünlüğün henüz kurulmamış olduğunu iddia etmemiz için, henüz her şeyin matematik bir dilde ifade edilebilirlik niteliğini kazanmadığını, yani henüz meta biçimini almadığını söylüyor olmamız gerekir (ki bu da herhalde doğru bir iddia olur).
Ancak, son dört küsur yüzyıllık tarih en azından şunu göstermişe benziyor: Eşyanın ve eşyayla kurulan daha farklı, daha arkaik, geleneksel ilişki biçimlerinin metalaşmaya karşı dirençleri, bu arkaik biçimlerin barındırdıkları herhangi bir içkin değerden çok, sermaye birikiminin yoğunluğu ve verili teknolojilerin kapasitesi tarafından belirleniyormuş gibi görünüyor. (Geçerken aklıma geldi: Son zamanlarda çok konuşulan dinin geri dönüşü fenomeninin, aynı zamanda ciddi bir şekilde kutsal olanın metalşması ile ele ele gittiği üzerinde yeterince durulmuyor. Oysa daha Protestanlığın doğuşu sıralarında bir sorun olarak dile getirilmiş bir olguydu bu.)
0 yorum:
Yorum Gönder