28 Mart 2007 Çarşamba

27 Mart Biz (1)

Aşağıdaki notları geçen yaz tutmaya başlamıştım. Biri dergisinde yayınlanan "Yuva ve Yol" yazısının devamı gibiler ve bir noktada aynı başlıkla oluşacak bir kitabın içinde yer alacaklarını umuyorum. Her türden katkı (eleştiri, yorum, soru, eklenti) beni çok mutlu edecektir.

1
“Biz” kimiz? Daha doğrusu “biz”e ne zaman, bazen politik, bazen kültürel, bazen hatta romantik anlamlar atfetme ihtiyacını duyuyoruz?

Aile kültüründen hareketle başlayalım:

Bir gerçeklik olarak “biz”in varlığının, bir kavram, bir kelime olarak “biz”in varlığından (hatta kavram öncesi bir dilsel işaret, bir zamir, hatta belki bir jest olarak bile ifade bulan “biz”in de varlığından) önce geldiğini söylemekle başlayalım. Daha çıplak, daha kestirme bir şekilde söyleyecek olursak: Biz "biz" deme ihtiyacından, şu ya da bu nedenden ötürü, “biz” deme ihtiyacını duyan (çeken) özneden, “ben”den öncedir.

İnsan yavrusunun varoluşunun ilk hali bir parazitinki gibidir. Varolabilmek için, kendisi olmayan, kendisinin olmayan ama ona, tam olarak da yabacı olmayan bir canlı ortama ihtiyaç duyar.

Bu eşyaşam, ortak-yaşam (“symbiosis”) deneyiminin ruhsal düzeyde ne gibi izler bıraktığını bilmiyoruz. Bu izlere düşüncelerdense düşler, sezgiler, psikotik semptomlar ilh. aracılığıyla ulaşmaya çalışıyoruz.

Ama şu kadarı yine de söylenebilir belki:

İnsan tekini, “ben”i, “biz” demeye sevk eden (dürten) çeşitli ruhsal deneyimlre sayılabilir: düşman (hatta ölüm) karşısında çaresizlik, çıkar, zevk ya da proje ortaklığı gibi.... Ama bütün bu arızî koşulların geçerli olmadığı durumlarda da, insanların “ben” demekle yetinmeyip, bir “biz”den sözetme, onu kurgulama ihtiyacı duyduklarını biliyor, görüyoruz. O halde şunu söylemek istiyorum: Rahim içi hayatın kimi boyutları, “biz” demenin diğer bütün arızî koşulları geçerli olmadığında bile, “biz” demeye devam etmedeki ısrarımız, rahim içi hayatın kimi boyutlarının sürekliliğinden hareketle anlaşılabilir.

Kasdettiğim, bir zamanlar zannettiğim gibi, bir geçmiş saplantısının türevi olarak “kovulduğumuz, tiridğimiz cennet” anısı değil. Rahim içi hayatın bazı özellikleri, hayat boyu geçerliliklerini koruduğudandır ki, dünyada, kısmen de olsa anamızın karnında yaşar gibi yaşadığımızdandır ki, son kertede hepimiz birer parazit, birer aslak olduğumuz içindir ki, “biz” diye bir öznenin varlığına gerek duyuyoruz.

Bir ideoloji eleştirisi anlayışına göre, “biz” (hatta “ben” bile) diyebilmek, ancak aynı zamanda “o(nlar)” diyebilmekle mümkün olur; özne ancak aynı zamanda “öteki”ni de (düşmanı, hasmı) kurarak varolabilir. Eğer buraya kadar yazdıklarım doğruysa, insanın kötülüğünü, aslın düşmanlıkla sakatlanmış olarak doğduğunu kabul etmekte son derece gerçekçi davranır görünen bu görüş yanılıyor demektir: “Biz” (hatta “biz hepimiz”) “o”ndan, “öteki”nden “ön” kelimesinin bütün anlamlarında öncedir. İlk farklılık, yarın, yara (“düşüncenin yarası”) benle onun arasında değil, benle bizim aramızdadır; “ben” “biz”den düşerek doğar.

0 yorum: