13 Mart 2007 Salı

Opera

Opera dediğimizde, anlatının bilfiil müzik tarafından taşındığı bir sahneleme biçimini anlıyoruz. Bugün dersteki tartışmadan da, açıkça ortaya çıktı ki, burada söz konusu olan anlatıya eşlik eden arka plan müzikleri ya da “sound effect”ler değil, öykünün kendisinin müzikal kılınmasıdır.
Bunu yazarken eğilimin –eşlikçiliğin mi, taşıyıcılığın mı– egemen olduğu konusunda kararsız kalabileceğimiz örnekler olduğunu, Kieszlowski’nin ünlü üçlemesinin ilk filmi Mavi’nin tam da böyle bir kararsızlık durumuna örnek oluşuturabileceğini zannediyordum ama düşündükçe, öyle olmadığı, aksine bütün üçlemenin aslen operatik olduğu fikrine meylettim.

Aslında bu üçlemeyi bir opera gibi değerlendirmek, öyle “okumak”, seyretmek,dinlemek iyi bir ödev konusu olabilir.
Tabii, bunu yapmak için herhalde çıkış noktası olarak, neden ilk filmdeki müziğin “Avrupa Birliği için bestelenmiş bir marş (?)” olduğu sorusunu ele almak gerekiyor. Bütün üçlemeyi bütünleştiren “letimotiv” galiba bu – avrupa Birliği teması. Buradan bakıldığında, ikinci filmdeki, (Beyaz) beni rahatsız eden intikam teması farklı bir perspetkiften okunabiliyor, son filmin (Kırmızı) yine benim sığ bulduğum masalsı havası da daha bir anlam kazanıyor.

Ama konumuza dönecek olursak... Öykünün müzikalleşmesi ne demek? Bir öykünün müzikle anlatılaması ile dille, kelimelerle anlatılması arasındaki fark nedir?
Dilbilimcilerin çok sevdiği “kelimelerin (ve genel olarak dilsel işaretlerin) gerekçesizliği” ilkesinden hareket edelim. Bu ilkeye göre kelimelerle işaret ettikleri şeyler arasındaki ilişki tamamen dışsaldır, “masa” kelimesi ile şu masa arasında, o şeyin öyle adlandırılmasını gerektirecek hiç bir ortak yön, bir akrabalık yoktur. Şairin dediği gibi, “başka bir adla anılsaydı da gül dediğimiz şey/Aynı derece güzel kokardı”.
Kelimelerle şeyler arasındaki ilişkinin bu gerekçesiz niteliği, cümler düzeyinde ise, öznenin (Türkçe’nin çok yerinde bir deyişle söylediği gibi), fiilerini “yüklenmesi”, onları bir yük olarak taşıması şeklinde tekrar edilir. “Şairler şiir yazar” gibi, “analitik” diye andığımız cümleler dışında kalan bütün cümleler bize özne hakkında, onun ne olduğu, ne yaptığı, başına gelenler hakkında yeni, demek ki, onun tanımına içkin olmayan, doğasından türetilemeyecek bir bilgi verir- “şairler şiirleri için telif alıyorlar” cümlesi de, “şairler şiirleri için telif almıyor” cümlesi de, bize “şair” tanımından türetilemeyecek yeni bir bilgi verir. Analitik cümleler bize öznenin aslî özelliklerini anlatırken (şiir yazmak şairin aslî özelliğidir), kullandığımız cümlelerin çoğunu teşkil eden sentetik önermeler, öznenin arızî özelleri hakkında, öznenin tanımından hareketle türetemeyeceğimiz yeni bilgiler verirler.


****

O zaman, tuttuğum notlar buraya kadardı. Demek istediğim şöyle bir şeydi: Nasıl kelime düzeyinde işaretle işaret ettiği şey arasındaki ilişki gerekçesiz, cümle düzeyinde (ya da hiç değilse, sentetik cümleler düzeyinde), özne ile yüklem arasındaki ilişki yabancı, dışsal ise, öykü düzeyinde de, cümleler arasındaki ilişki 'nedensel', yani 'arızi', yani 'olumsal'dırlar; zorunluluktan yoksundurlar. Oysa müzik, bu arızi ilişkilere neredeyse matematiksel (yani müzikal) bir zorunluluk kazandırır.

0 yorum: