16 Haziran 2007 Cumartesi

Ezberden konuşma: Ya da konuşamama II

Sayın Nizamettin, yazınıza geri dönecek olursam, sizin yazınızda hem fikre karşı fikirle tepkide bulunma var hem de yazara yüklenme, yazarın nasıl okuması gerektiğine dair komutlar verme var. “Ezberden konuşuyorsun” demek size bu anlamda bir komut olarak gelmeyebilir ama bu şekilde ifade edildiğinde, en azından ben böyle algılıyorum. Çünkü benim fikirlerinize karşı bazı fikirler sunmam ve sizin bunları ezberden konuşmak olarak tanımlayarak tartışmaya bile layık bulmamanızı başka türlü açıklayamıyorum. Özellikle bir fikir tartışmasına girdiğiniz bariz bir şekilde belliyken, neden yazarın okuma ve dolayısıyla düşünme şekliyle bu kadar çok uğraşıyorsunuz? Aynı tavır içinde olmayı seçeceksem olsam, siz de bana göre ezberden konuşmuş oluyorsunuz. Mesele eğer kafamızda oluşturduğumuz kalıplarla (sizin tanımınız) veya genelde etkisi altında olduğumuz hegemonik veya ideolojik düşünce kalıplarıyla hareket ederek bir şeyler yazmaksa ve bir şeyleri okumaksa, siz ve metniniz bunun ne kadar dışına çıkıyorsunuz ki, böyle bir suçlamada bulunabiliyorsunuz. Ortada “nesnel” şekilde belirlenebilecek bu ezberdir veya ezberden konuşmadır diyebileceğimiz bir şey olmadığı sürece, rahatlıkla herkes bir diğerine göre ezberden konuşuyor olabilir.

Şöyle ifade ediyorsunuz ezberden konuşmayı:

“O halde bana göre, nedir ezber konuşmak; kafamızda oluşturduğumuz kalıplarla metne yaklaşmak, o kalıpları metne mal etmek, o kalıbın/formatın dilinde metni anlamlandırmak, kavramları o formatın tanıdığı biçimde –beklide kaçınılmaz olarak anlamak” diyorsunuz.

Bir önceki yazımda ifade etmiştim ama bir kez daha deneyeyim. Siz metninizi tabii ki kafanızda mevcut olan belli kalıplardan yola çıkarak ve belli fikirlere göre kâğıda dökersiniz ve yine size göre metniniz mükemmeldir, kafanızdaki her şeyi gayet açık bir şekilde ifade etmişsinizdir. Maalesef bu böyle olmuyor. O metin sizi terk ettikten sonra çok farklı şekillerde okunacaktır. Bu gayet doğal ve kaçınılmaz bir süreç. Siz bunu bir tür metinsel tecavüz, metne hakkının verilmemesi olarak ifade ediyorsunuz. Bu size bu kadar çok rahatsızlık veriyorsa, bence yazmayı bırakmanız gerekiyor. Ya da metninizi okuyan kişilerle buluşarak onlar metninizi okurken yanı başlarında bulunmanız gerekiyor, ki böylece metni sizin kalıplarınızla okusunlar. Bu bile yetersiz kalacaktır. Yine bir yerlerden kendi kalıpları, kendi fikirleri sızacaktır okuma sürecine. Tartışma dediğimiz şey de zaten bu yüzden var.

Peki, siz bu başkalarından talep ettiğinizi başarabiliyor musunuz, önünüze gelen metinleri o metinlerinin yazarlarının kendi kafalarında oluşturdukları kalıplara göre okuyabiliyor musunuz? Eğer yapabiliyorsanız, tebrikler. Bu konuda tek olmalısınız. Çünkü birçok yazarın, düşünürün, sanatçının, aydının, tarihçinin vb. yazıları bugün hâlâ tartışılıyor, hâlâ farklı yorumlara ulaşılıyor.

Sanırım bu noktada mal etmek terimine dikkatimi çekeceksiniz. Eğer mal etmekten kastettiğiniz, birisine dönüp “sen” bunu yazmışsın demekse, bu tabii ki yanlış bir tavırdır. Burada yazmaktan kastettiğim, söylenen şeyi yazarın fiziksel bir eylem olarak yazmış olmasıdır. Aksi takdirde, birinin dönüp “ben bu metinde yazarın bunu söylediğini düşünüyorum veya yazar bunu söylemiştir” veya “hatta yazmıştır” demesi metne bir şey mal etmek değil, metni okumaktır. Eğer okuma metnin yazarına göre yanlış olmuşsa, onun yapacağı şey bu okumaya itiraz ederek yeni bir metin yazmaktır.

Yukarıda yazmayla ilgili söylediğim bir şey çelişkili bulunabilir; açıklık getireyim. Yazarın bir şey yazmasıyla yazarın metinde bir şey yazmış olması arasında ince bir farklılık olduğunu düşünüyorum. Metin yazılıp okumaya sunulduktan itibaren artık yazarına ait değildir, farklı bir boyuta geçmiştir ve sonunda o metin yazarının hiçbir şekilde hayal bile edemediği yerlerde ve biçimlerde kullanılabilir. Okuyucularla buluşmuş bu metnin yazarı o ilk yazar, metni fiziksel olarak üretmiş yazar değildir. Artık hayali bir yazar mevcuttur. Dolayısıyla, yazar burada bunu yazmış derken kastedilen orijinal yazar değildir. Daha da ilginç olanı, bir gün orijinal yazar ölecek ve metin ya da metni, bu hayali veya farz edilen yazarla yaşamına devam edecektir. Eğer bu farz edilen yazarın kalıplarından bahsediyorsak, onun kalıpları hiç de net değildir ve metin yazıldığı orijinal boyuttan uzaklaştıkça bu netlik iyice kaybolur. Metin, orijinal yazarına ait olmayan ve hatta onun hiçbir zaman düşünmemiş olduğu kalıplar da yüklenir. Bu farz edilen bir yazar aynı zamanda bir çokluktur da. Hem metnin içinde bulunduğu entelektüel ortamın veya genel düşünsel bağlamın gördüğü bir yazar söz konusudur hem de her bir okuyucunun okurken gördüğü bir yazar vardır. Durum böyle olunca, mal etmenin ne olduğunu tanımlamak da epey zorlaşıyor.

Mal etme dediğiniz eylem birinci, yani orijinal yazarı kapsıyorsa, elbette yanlıştır. Diğer yandan eğer metnin orijinal yazarından bağımsız olarak atıldığı yolculuktaki yazarı kastediliyorsa serbesttir, normaldir, doğaldır. Ve iyidir de, çünkü metnin ciddiye alındığını, hâlâ toplumsal süreçlerin parçası olduğunu gösterir. Bir yazar veya bir tartışmacı için bundan daha iyi bir şey olabilir mi? (Tabii bu maalesef Hitler’in Kavgam’ı da olabilir ama bu düşünceyi savunanlar açısından baktığımızda, aynı şey söz konusudur. Ya da bir metin artık iyice klişeleşerek popüler kültürün veya kültün bir parçasına dönüşebilir.)

Burada duruyorum. Devam edecek…

1 yorum:

erosunmutfagi dedi ki...

"ezber bozma"
ne tuhaf bir kanal- dehliz... içinde yol aldığımız. bir anafikre geliyoruz ya... meğer gelmek istediğimiz.