6 Haziran 2007 Çarşamba

6 Haziran Matematiğin Anlamları

Son yazdıklarımda şöyle bir sorun vardı: Matematize edilme ile metalaşmayı neredeyse eşanlamlılarmışcasına kullanıyorum. Tarihsel olarak bu tabii doğru değil. Tarih boyunca üretim süreçleri bakımından matematize eilmemiş sayısız mal elbette pazarda mübadele edilegeldi. Diğer yandan, mesela Rameau’nun bütün eserlerinin nerdeyse tamamı, Bach’ınkilerinin bazıları ksımen matematiksel saiklerle matematiksel bir çerçevede üretildi. Ama özellikle Bach’ınki Pazar için üretilmediği gibi, bazılarının dolaşıma girmesi bile, “piyasaya düşmeleri”, deyimyerindeyse, tesadüfen gerçekleşti.

Burada, “matematik” (daha doğrusu “matematize edilmek”) teriminin tam olarak matematikçilerin yaptığı şeyi adlandırmak için kullanılmadığını hatırlamak önemli. Bu bağlamda, daha ziyade metafizikçilerin matematikten anladığı şeyi, yani saf aklın ifadesi olarak matematiği kasdediyoruz: Birbirlerinden bağımsız olarak tanımlanmış unsurların, açık seçik tanımlanmış işlemler aracılığıyla ilişkilendirilerek oluşturduğu ve kendi kendisinin kanıtını da içeren aksiyomatik yapı... Kelimenin bu anlamında matatematiğin kendisinin bile matematikselleştirilmesinin ancak 17. yüzyılda gerçekten yola koyulduğu söylenebilir (Euclid’i bir an için bir kenara bırakacak olursak). Yani dünyanın büyüsünün bozulmaya başlamasından beri....

1920’lerde, 30’larda yazan düşünürler (Heidegger, Weber, Frankfurt Okulu) dünyanın akılcılaşmasının, matematize edilmesinin ancak bir merkez çevresinde örgütlenmiş, yekpare bir bürokratik yapı şeklini alacağını düşünüyorlardı. Kısmen bu yüzden modern devleti modernliğin olmazsa olmaz koşullarından biri olarak görüyorlardı.

Oysa, modern devletin teorisyenlerinden biri olarak anılsa da, Hegel’in sistematiği dünyanın (sivil toplumun) devletin müdahalesi olmaksızın da, akılcı bir doğrultuda işleyebilmesi imkânını (belki) öngörüyordu. Ya da Marks’ın sol Hegelciliği’Ni bu doğrultuda yorumlamak mümkün...

(Konuyu dağıtmak pahasına da olsa şunu eklemeden geçemeyeceğim: Belirli bir tarihsel mesafeden bakıldığında, 1968 hareketinin öncelikli olarak modern dünyanın “akıl-dışı” – yani matematize edilemeyen, piyasa akılcılığının dışında kalanarkaik yönlerine bir isyan olduğu, bu açıdan da 68’İn talepleri ile ardından gelen neoliberalizminkiler arasında sanıldığından büyük bir süreklilik olduğunun görülebileceğini düşünüyorum.)

Peki, bu matematik neyin ifadesi? Hegel’i, diyelim Stace (Birikim Yayınları) gibi, nisbeten daha akademik bir doğrultuda yorumluyor ve bu yorumu modern terimlere çevirmek istiyorsanız, matematik yapının (Objektif Tin olarak) genetik yapıda kodlanmış bir imkan olduğunu,, uygun şartlarda ortaya çıktığını söyleyeceksiniz. Yok Kojeve gibi, daha davranışçı, daha varoluşçu bir doğrultuda okuyorsanız, insan gövdesi gibi bir gövdenin dünyaya fırlatıldığında çevresi ve ötekilerle kurduğu ilişkiler tarihinden soyutlanmış, süzülmüş –hatta belki bir araç olarak sınanıp, inceltirek geliştirilmiş– bir yapı olarak değerlendireceksiniz. Ama Hegel’i döneminin idealist terimleriyle yorumlamakta ısrar edip, onu tarihin çöp sepetine havale etmek, olsa olsa bizi, sistematiğinden yararlanma imkânından yoksun bırakır.

(Tabii matematiği tamamen farklı bir doğrultuda, metafiziğin ondan talep ettikleriyle –hakikatle– bağını tamamen kopararak, fizikle ilişkisini de saf bir rastlantısallığa indirgeyerek de okumak mümkün– belki Gödel’den sonraki yegâne çözüm bu doğrultuda yatıyor.

Ama şimdi matematik felsefesinin daha da derinlerine dalmak istemiyorum– hoş bunu yapabilecek halim de, bilgim de yok.)

0 yorum: