11 Haziran Sayısallaşma ve Metalaşma
“Bütün bunların devrimle ilişkisi ne?” sorunu sormadan önce, geçen yazdıklarımın başında sorduğum soruya geri döneyim. Matematikleşme –eşyanın nicel boyutlarına indirgenmesi– ile metalaşma arasındaki ilişkiyi nasıl düşünmeliyiz?
Yarihsel olarak bu ilişkinin zorunlu olmadığını, örneğin sesin matematiksel ilişkilerinden hareketle ama piyasa kaygıları gözetmeyen bir müziğin bestelenebileceğini görmüştük. (Hatta o kadar ki, 1950’lerde Adorno-Boulez çevresi böyle üretilmiş bir müzikte anti-kapitalist bir jestin imkânını dahi vehmedebildiler.)
Bugün nasıl düşünmeliyiz bu ilişkiyi?
Bugün son derece ilginç bir durumla karşı karşıyayız. Bilgi-işlem devriminin en önemli sonuçlarından biri, düne kadar matematize edilmeye, sayısalllaşmaya (ve dolayısıyla piyasa egemenliğine girmeye?) direnen bir faaliyet olarak göregeldiğimiz zihinsel emeğin matematize edilmesi (formelleştirilmesi, yani tıpkı kol emeğinin makinalar tarafından nesnelleştirilmesi gibi, bu kez elektriksel akımlar tarafından benzetlenebilecek şekilde nesnelleşmesi, demek ki “demokratikleşmesi”) oldu. Öyle ki bugün, belirli bir akılyürütme sürecini tercüme edilebileceği bilgisayar komutları açısından birim maliyetini, demek ki piyasa değerini hesaplayabiliyoruz.
Ama daha ilginç olan bir nokta var:
Zihinel üretim sürecinin bu şekilde nesnelleşmesini, mümkün kılan teknoloji özellikle Internet aracılığıya yarattığı yeni dağıtım kanallarıyla, piyasa mekanizmasının “dibini oyuyormuş” gibi görünüyor. İster bir ilaç formülü olsun, ister bir beste, ister bir T-shirt çizimi, sayısal sinyallere dönüştürülebilen her tasarım, sayısal sinyallere dönüştürülmekle ânında “mîri malı” haline geliyor gibi görünüyor.
Tahminimi mümkün en iddialı, en aşırı şekilde dile getirmeye çalışayım:
Entellektüel üretimin ya da sayısal teknolojilerin doğasında öyle bir şey var gibi görünüyor ki, biraraya geldiklerinde, zihinsel üretimin nesnellleşmesini sağlamakla birlikte, ürünlerinin metalaşmalarına engelliyor. Yani, yasalaştırılmasına, hukukî statüsünün belirgin kılınmasına gösterilen onca gayrete karşın, “fikrî mülkiyet” kavramı terimlerde bir çelişki gibi duruyor.
Buna itiraz olarak, benim geçici bir konjonktürü ilkeselleştirmeye kalkıştığım, fikrî mülkiyeti tanımlayacak, ona fiilî bir gerçeklik kazandıracak düzenlemelerin henüz yerli yerine oturmamış oldukları iddia edilebilir. Benim tahminim, fikrî mülkiyeti tanımlamak için gösterilen gayretin, diyelim bronz çağınının sonunda demir kullanımını sınırlandırdığını tahmin ettiğimiz tabulara ya da 16. yüzyıla kadar zannatkârların bilgisini piyasanın basıncından koruya gizem kültürüne benzeyeceği doğrultusunda...
Ama bilmiyorum. Fikrî mülkiyetile ilişkili sıkıntıların, az ya da çok sancılı (“kanlı mı kansız mı olacak”) iktidar mücadeleleri ile aşılacak geçici bir konjonktürün mü yoksa eşyanın tabiatından kaynaklanan bir olanaksızlığın mı ifadesi olduğunu tartabilmek bir yana, bu sorulara akılyürütme düzeyinde bir cevap aranabilip aranamayacağını dahi kestiremiyorum.
0 yorum:
Yorum Gönder