19 Nisan Anamaddemiz
“Anne”nin öneminden bahsettiğimizde, anne ile kurulan ilişkiyi diğerleri aleyhine önemsiyor gibi algılanıyoruz. “Anne ile ilişki önemlidir ama baba ile olan ilişki de önemlidir, kardeşlerle kurulan da” tarzından cümlelerle karşı çıkılabilecek bir şey değil kasdedilen. “Anne” (“mader”, “mother”, “mutter”) kelimesinin bütün batı dillerinde “madde” ile akrabalığına dikkat çekerken işaret etmek istediğim bu.
Bundan bir süre önce mimarî bir yapıdan hareketle ilişkiler üzerine bir şeyler yazmıştım:
“ “İlişki kurmak”, “ilişkilenmek”, besbelli, ikincil oluşumlar; adın (“ilişki”nin) işaret ettiği şeyi veri kabul ediyorlar; adın işaret ettiğini, ilişkileri, mümkün kılan bağlanmaları adlandırmak için “ilişmek” kadar asgarî bir fiil mi sunuyor anadilimiz bize? Onca önemsediğimiz, çoğu zaman hayatımızın merkezini tutan kanlı canlı ilişkilerimiz, dünyaya –nesnelere, kişilere, topluluklara– ilişmelerimizden mi ibaret? Ürpertici bir düşünce...”
Eğer bu yazdıklarım doğruysa Anne ile olan ilişkimiz aslında bir ilişki değildir dememiz gerekiyor. Bütün ilişkilere, duyusal niteliklerini, renklerini, ritmlerini, koku, doku ve tınılarını kazandıran, onların malzemesine dair aslî bir tanışlığın kaynağı olan bir durumdan sözediyoruz (pre-Oidipal) “anne” derken. Anne çocuğun kendisini içinde bulduğu durumun, kendisinden benliğini kurduğu, yaptığı malzemenin adıdır. Belki “anlam öncesi değer” gibi bir şey demek gerekiyor; İngilizce “value”nun karşılığı olarak “değer” değil, bize anlamdan önce “değmiş” olan anlamında “değer”....
Michelangelo, yetişkin hayatında bu tanışıklığın en çıplak biçimini, herhalde, taşla, mermerle kurduğu ilişkide buluyordu. Taş onun için, Türkçe’de “taş gibi kadın” dediğimizdeki “taş”a belki benzeyen, belki benzemeyen bir değer ifade ediyordu. Çeşitli Meryemler’inin yüzünde ifade ettiği, “taş olmaklığın” kendisi için taşıdığı bu “anlam öncesi değer”e dair bir şeydi herhalde.
Çeşitli konuşmalarda, seminerlerde Erikson’un oral döneme atfettiği “temel güven”i açımlamak için “dünyada olmanın soluk alıp vermek kadar zahmetsiz bir hali” gibi bir deyiş kullanır, Ülkü Tamer’in “içime çektiğim hava değil gökyüzüdür” deuişini (kitap başlığını) anarım. Michelangelo’yu büyük kılan şeylerden biri, taşın nasıl içinde nasıl soluk alıp verilebilecek bir malzeme olduğunu (taşın da soluk alıp verebileceğini ?) göstermekti.
0 yorum:
Yorum Gönder