13 Nisan 2007 Cuma

13 Nisan Devrim Üzerine Bir Yanıt

Zamandan kazanmak için bundan sonra benim kişisel adresime (savasir@gmail.com) yollanan yazıları, aksi yönde bir not içermiyorlarsa, burada yayınlamakta sakınca görmeyeceğim. Bilgilerinize...:))) Utku Özmakas'ın Nizamettin Uygar'a yanıtını kendisinden izin almış olarak yayınlıyorum.



Bir ay kadar kısa bir süredir de sitenizi takip ediyorum. Bugün (08.04.07) sitede gördüğüm, Nizamettin Uygar ile girdiğiniz diyalogdaki bir nokta kafama takıldığı için sizi rahatsız ediyorum.

Kişisel düşünce gündemi -bitirme tezi olmasıyla nedeniyle- fazlaca Jacques Derrida ile yoğunlaşmış bir felsefe okuru olarak Sayın Uygar'ın metnindeki bir tümce okuduğum anda kafamda yankılanmaya başladı. Bu noktadan geriye doğru geniş bir düşünme alanına yayıldı. Öncelikle o tümceyi alıntılayarak başlayayım.

Devrim asla;Yasalarla belirlenen, üzerine tanımlar üretilerek, bu tanımlara uyma gayreti; Diyalektiğin, "çelişkilerin öznelerinden yarattığı birliğin onayı"ndan çıkarılacak bir strateji; Bitmiş bir proje olduğunu deklare ederek, kendi tamamlanmışlığımıza rıza üretme, ahlakın tahakkümü ve hayatımızın sınırlara ve kurumlara hapsedilmesi;Tarihin yasalarından türetilmiş bir devamlılık, bir "hayalet" değildir.

Buradaki "hayalet" metaforunun Derrida'ya bir gönderme olduğunu görmek zor değil ancak "Marx'ın Hayaletleri" ve "Marx ve Mahdumları" isimli metinleri hatırladığım, üzerine düşündüğüm zaman –en iyi niyetle- bir tür yanlış anlama ya da –en kötü niyetle- bir çarpıtma görüyorum. Ben bunu "yanlış anlama" olarak yorumlamayı tercih ediyorum. Peki neden bir "yanlış anlama"?

Sayın Uygar, bu paragrafta "devrim"i negatif epistemoloji yoluyla tanımlamaya çalışıyor. Bildiğiniz üzere negatif epistemolojik bir tanımlama yöntemi "dışarıda bırakma"ya dayanır ancak dışarıda bırakma, söz konusu bağlamın evrenin genişliği göz önünde bulundurularak çeşitli argümanlar aracılığıyla sınırlandırılmazsa yöntem size nesne kaybından başka bir şey getirmez. Sayın Uygar, tam da bunu yaparak öncelikle evreni küçültüyor.

Örneğin Devrim benim için:Doğruların ideolojik birliği yerine, herkesin kendi "yanlış"larının biraradalığıyla da deney imlenen bir hayat için; bizi hedefe kilitleyen, "hata"kabul etmeyen, bulunan her "hata"yı redakte eden bütün iktidarlardan uzaklaşma cüreti; bizi, devletten, bütünün tamamlanmışlığından, kusursuz olarak inşa edilen "teknik kurumlaşmalardan"Azat eden ütopyanın, çokluğun etkinliği olarak bir gerçeklik haline gelmesi, yaşamdan olumsuzun sökülüp alınmasının bizatihi kendisidir.

Öncelikle bu daraltmadan başlayalım. "İdeolojik birlik", "iktidarlardan uzaklaşma cüreti", "yaşamdan olumsuzun sökülüp atılması" gibi tartışılması gereken argümanlar taşıyor. Bu argümanlardan özellikle seçtiğim bu üçü bana "imkansızın deneyi" diyebileceğimiz bir noktadan bakıyormuş gibi geliyor. "İmkansızın deneyi" derken söz konusu "ideolojik birlik", "iktidarlardan uzaklaşma cüreti" ve "yaşamdan olumsuzun sökülüp atılması" argümanlarının iyi niyetli ancak ontolojik bir olanaksız(lık) halinin söyleme dökülmesiymiş gibi geliyor. "Çağın tini" gibi kaypak bir ifadeyi kullanmayı göze alarak bu argümanları mümkün olan en kısa biçimde tartışmayı istiyorum. Bu nedenle de üç argümanın birleştiği "imkansızın deneyi"nden söz etmek istiyorum.

"Çağın tini" sizin de Mesele'deki söyleşinizde ifade ettiğiniz üzere bütünle uğraşmayı olanaksız kılıyor. Öyle ki artık aydının rolü de "bütün"ü kurtaracak çözümler üretme olmamalı. Söz konusu üç argümanın da taşıdığı "bütün(lük)" kaygısı bana olanaksız bir deneyimi çağrıştırıyor. Öncelikle ideolojik bir birlikten nasıl söz edeceğiz? Soruyu biraz daha Zizek'çi bir perspektiften ele alırsam: "İdeolojik birlik"ten ne anlıyoruz? Bu sorunun yanıtı kesin bir uzlaşım olamaz sanıyorum. Tarihin hiçbir devrinde sol görüşlerin (bakın dil nasıl ele veriyor, "-ler" diyoruz.) yekpare bir bütün olmadığı daha da açığı bunları aynı kanat altında toplasak bile kendi farklarını türetmeye devam ettikleri oldukça açık. Bu noktada, "ideolojik birlik" ifadesi bir yanılsama olmaya başlıyor, hedef şaşırtıyor. Gelelim "iktidardan uzaklaşma cüreti"ne. Açıkçası buradaki "cüret" sözcüğü içimin yağlarını eritiyor. Bu sözcüğün taşıdıkları olmasaydı "devrim" olabilir mi hiç? O kadar hoşuma gidiyor ki anlatamam; ancak bir an için olsun bir hataya kulak verelim. "Cüret" sözcüğünü orada kaldırarak okuyalım: "iktidardan uzaklaşma". Ne kadar açık bir ifade değil mi? İktidarla özne arasında kesin bir çizgi çizip ikisinin arasındaki farka vurgu yapmak. Bu kadar açık ifadelerden hep korkmuşumdur. Yine korkuyorum. Açıkçası Michel Foucault'dan sonra ontolojik açıdan bu kadar temiz ve saf bir özne ya da iktidar vurgusu yapmanın ne kadar olanaklı olduğunu sormak geliyor aklıma. Bir soru olarak kalıyorum burada. Üçüncü nokta ise "yaşamdan olumsuzun sökülüp atılması". Bu noktada da ufak bir itirazım olacak. Öncelikle yaşam dediğimiz şeyin bu kadar steril bir şey olarak görülmesinin ne kadar doğru olduğu kafama takılıyor. Yani bir an düşünelim, savunmalar iyi oynuyor, forvetler iyi oynuyor, kaleciler iyi oynuyor; sonuç? Gol yok! Böyle bir maçı kim izlemek ister? Dahası böyle bir maç, insan dediğimiz varlık yüzünden ne kadar olanaklı? Bu kadar mekanist bir anlayış pratik dünyada geçerli mi?

Kısa bir alanda toplamaya çalıştığım üzere, Sayın Uygar'ın alan daraltmak, negatif epistemolojik bir belirleme yapmak için yaptığı topoloji çalışması kendisine şüphe ile bakılacak argümanlara dayanıyor. Gelelim ikinci noktaya. Sayın Uygar, bu noktada katılacağım ve katılmayacağım birkaç saptama yapıyor. Bu bölümde yaptığı tanımlamalar ile ilk kısımda koyduğu argümanlar arasında bir çelişki olup olmadığına bakmak için karşılıklı bir okumaya şu anda ne yazık ki zamanım yok. Yine de bu noktada bir tek noktaya eğilmek istiyorum. O da daha önce sözünü ettiğim, "yanlış anlama" olduğu inancını taşımak istediğim, bir nokta. Sayın Uygar, şöyle diyor: "Devrim asla;(...) bir "hayalet" değildir." Hayalet? Aklıma doğal olarak Jacques Derrida geliyor. "Marx'ın Hayaletleri" isimli metniyle "markisist oğlanları" (kitabın özgün adındaki "sons" sözcüğüne ve Derrida'nın burada düşüncedeki eril egemenliğe yaptığı vurguya dikkat.) epey bir kızdırmış bu düşünür. Sayın Uygar'a bakılırsa (ki burada "açık seçik" bir ifadesi olmadığı için bıraktığı izin Derrida'ya yönelik bir taş olmadığını savlayabilir. Yani söylediklerimin bir aşırı yorum olup Sayın Uygar'ın düşüncelerinin dışında bir yere düşmesi riskini göze alıyorum.) Derrida'nın bu metninde "devrim bir hayalettir" yollu bir sav var; ancak söz konusu metinde böyle bir sav olmadığını dile getirmeliyim! Derrida burada Marx'ın hayaletlerinden söz ederek, Manifesto'da yer alan hayalet metaforundan yola çıkıyor ve üç farklı sahneyi (ki sahne metaforu kitabın anahtarlarındandır.) bir noktaya sabitleyerek Marxist düşüncenin mirasına yöneliyor. (Miras sorunu kitabın önemli bir başka anahtarıdır.) Marx'ın hayaletleri bir tane olmadığı için söz konusu mirasın olanaklı tek yorumu olmadığından söz eder. Hatta öyle ki hakkında yazılan eleştirilerden (Ghostly Demarcations'ın dışındaki) biri "sınıf"tan söz etmeden yazılan bu kitabın Marxist olduğu yollu iddianın komik olduğunu söylüyordu. Elbette bu savın kendisi komik; çünkü kitap boyunca Derrida Marxist olmanın olanaksızlığına daha doğrusu encounter bir Marxist olmanın olanaksızlığına vurgu yapıyor, miras denen şeyin buna olanak vermediğini anlatmaya çalışıyordu. Üstelik Derrida'nın, "Marx'ın Hayaletleri"nin -eğer böyle bir ifade olanaklıysa- "Marxist bir kitap" olduğu gibi bir savı da yoktu; tıpkı "devrim bir hayalettir" gibi bir savı olmadığı gibi. Sayın Uygar'ın bu vurgusu ne yazık ki Derrida'nın temel tartışmalarını kapsamayan bir noktadan konuşmakla kalmıyor aynı zamanda düşünüre söylemediği bir şeyi "atfediyor". Bu "atıf", -Türkçe'nin en sevdiğim deyimlerinden olan- "çırak çıkarmak" denen bir işleme denk geliyor. Vurgu, vur-kaç taktiği kullanılarak yapılıyor. "Hayalet" bir anda görünüp kayboluyor ama o kayboluş aklımızdan çıkmayacak bir sahne yaratıyor. "Atıf"ın talihsizliği de söz konusu "yanlış anlama"nın boyutuna taban tabana zıt bir biçimde oldukça kısa bir an içerisinde ifade edilip önemsizleştirilmesinde yatıyor. Bu "önemsizleştirme" (Lütfen, Ghostly Demarcations'taki "maddesizleştirme" eleştirisini referans alarak söz oyununda bulunduğum düşünülmesin.) ne yazık ki "devrim" tartışmasına olanak yaratabilecek bir zemini yok etmekle kalmıyor. "İroni" denen tehlikeli silahı devreye sokmak için bir ön-kavrayış alanı yaratmaya başlıyor.

Utku Özmakas

0 yorum: