1 Aralık 2006 Cuma

Film Kuramı: Ses

Bu çeviri daha önce SineMasaL dergisinin Güz 2003-Kış 2004 sayısında (8-9) yayımlanmıştır.

İşitsel Dünya
İşitsel çevremizi, içinde yaşadığımız işitsel ortamı, şeylerin dilini ve doğanın üstü kapalı fısıldamalarını bizim için açıklığa kavuşturmak sesli filmin işidir. Bütün bu şeylerin dili, insan dilinin ötesindedir ve denizin mırıltısından büyük bir kentin gürültüsüne, bir makinenin kükremesinden güz yağmurunun camdaki nazik pıtırtısına kadar her şey bizimle yaşamın engin belagatıyla konuşur ve düşüncelerimizi ve duygularımızı boyuna yönlendirir. Terkedilmiş bir odadaki bir taban tahtasının kırılmasının, kulağımızın dibinden geçen bir kurşunun vızıldamasının, bir tahta kurdunun eski bir mobilyanın içinde tıkırtılar çıkarmasının ve bir orman yağmurunun taşların üzerinde çınlamasının anlamı. İçli lirik şairler yaşamın bu anlamlı seslerini her zaman duyabilmiş ve sözcüklere dökebilmişlerdir. Onların bizimle perdeden daha doğrudan konuşabilmeleri ise sesli film sayesindedir.

Gürültünün Keşfi
Günlük yaşamımızın seslerini şimdiye dek yalnızca kafa karıştırıcı bir ses, biçimsiz bir gürültü kütlesi, müzikle ilgisiz birinin bir senfoniyi dinlemesi gibi -en iyi olasılıkla ana melodiyi ayrımsar ve geri kalan kısım kaotik bir gürültü olarak kalır- algıladık. Sesli film, bize, kaotik gürültüyü bile kulağımızla ayrımsama ve yaşam senfonisinin partisyonunu okumayı öğretecektir. Kulağımız, değişik sesleri hem bütün bir şırıltı içinde duyacak, hem de her birinin karakterini tek tek yaşamların dışavurumları [manifestation] gibi ayrımsayacak. Eski bir özdeyiştir: sanat bizi kaostan korur. Sanatlar birbirlerinden karşı çıktıkları kaosun çeşidine göre ayrılırlar. Sesli filmin meşgalesi bizi biçimsiz gürültüden onu bir ifade, anlam, maksat olarak kabul ederek kurtarmaktır�

Ne zaman ki sesli film gürültüyü bileşenlerine -ayrılmış parçalara, iç içe geçmiş seslere- ayıracak ve onların bizimle ayrı ayrı sessel ve işitsel yakınlaştırmalarla [closeup] konuşmalarını sağlayacak; bu yalıtılmış ayrıntılı sesler amaçlı bir düzen içinde ses montajıyla tekrar bir araya getirecek, ancak o zaman sesli film yeni bir sanat haline gelecektir. Yönetmen, kulaklarımızı, bir zamanlar sessiz filmde gözlerimizi yönlendirdiği gibi yönlendirebildiği ve bu yönlendirme yoluyla bir dizi yakınlaştırmalarla yaşamın seslerini, tıpkı görüntülerini yaptığı gibi, vurguladığı, ayırdığı ve birbirleriyle ilişkilendirebildiği zaman, yaşamın gürültü patırtısı artık bizi sesin cansız kaosuna boğamayacaktır. Sesli kamera sesin kaosuna müdahale edecek, onu biçimlendirip yorumlayacak ve tekrar, bizimle ses ekranından konuşan kişi olacaktır.

Görüntü Sesi Biçimlendirir
Bir sesli filmde sesleri açıklamaya gerek yoktur. Sözle birlikte bakışı, gülüşü, mimiği, ifadenin bütün can alıcılığını, tam nüansı görürüz. Şeylerin sesleri ve sözleriyle birlikte fizyonomilerini de görürüz. Bir makinenin sesi, eğer aynı anda dönmekte olan makineyi de görüyorsak farklı bir renge sahiptir. Bir dalganın sesi, eğer onu görüyorsak farklıdır. Tam da bir resimde bir rengin gölgesinin ve tonunun diğer renklere göre değişmesi gibi, işitsel ve optik etkilerin eşit ölçülerde birbirleriyle bağlantılandırıldığı tek bir görüntü içinde sesin tınısı da sesin kendisiyle beraber görülen ses kaynağının jesti ya da fizyonomisine ve uygun olarak değişir.

Bir radyo oyununda, sahne sözcüklerle betimlenmek zorundadır, çünkü ses kendi başına uzam-oluşturucu değildir.

Sessizlik
Sessizlik de bir işitsel efekttir, fakat yalnızca seslerin işitilebildiği bir ortamda. Sessizliğin sunumu, sesli filmin en önemli dramatik efektlerinden birisidir. Başka hiçbir sanat sessizliği üretemez, ne resim, ne heykel, ne edebiyat, ne de sessiz film. Tiyatroda bile, sessizlik nadiren bir dramatik efekt olarak görülür, onda da çok kısa sürelerle. Radyo oyunları sessizliğin derinliğini tam olarak duyumsamamızı sağlayamazlar, çünkü radyodan hiç ses gelmediği zaman, hareketin sessiz biçimde sürdüğünü bilemediğimiz için bütün oyun kesintiye uğrar. Radyo oyununun tek malzemesi ses olduğu için, sesin kesilmesi sonucunda ortaya çıkan şey sessizlik değil "hiçbir şey"dir.

Sessizlik ve Uzam
Birbirinden farklı olduğunu gördüğümüz şeyler, ses çıkardıklarında daha da farklı hale gelirler. Hepsi farklı biçimlerde sesler çıkarırlar, ama hepsinin sessizliği aynıdır. Binlerce değişik ses ve söz vardır, ancak sessizliğin özü hepsi için bir ve aynıdır. Bu, ilk duyuşta bile böyledir. Ses görülür şeyleri birbirinden ayırt eder, sessizlikse onları birbirine yaklaştırır ve farklılıkları ortadan kaldırır. Bütün resimler bu mutlu armoniyi; hepsinde ortak olan bir komposizyonla birbirleriyle ilişkiye geçen, sahip oldukları şekilleri karşılıklı onaylayan, birbirleriyle iletişim kuran sessiz şeylerin gizli ortak dilini gösterirler. Bu, sessiz filmin sesli filme karşı sahip olduğu önemli bir avantajdı. Sessiz film tamamen sessiz değildi, bir arka plan müziğiyle ona ses verilmişti ve insanlar ve onları çevreleyen şeyler, perdede, bu ortak müziksel arka plana karşı gösteriliyorlardı. Bu onların bir ortak sessiz dil konuşmalarını sağlıyordu ve biz onların akıldışı iletişimini hepsinde ortak olan müzikte duyumsayabiliyorduk.

Ne var ki, sessiz film sessizliği yalnızca dolaylı anlamda üretebiliyordu. Tiyatro sahnesinde diyalogun kesilmesi sessizliğin görkemli duygusal deneyimini başlatmaz, çünkü sahnenin mekanı bunun için çok küçüktür, oysa sessizliğin algılanması aslında bir mekan deneyimidir.

Sessizliği nasıl algılarız? Hiçbir şey duymayarak mı? "Hiçbir şey" tamamen negatif bir şeydir. Oysa insan sessizlik deneyiminden daha pozitif olan pek az deneyime sahiptir. Bunun ne olduğunu sağırlar bilmezler. Ama, sabah rüzgarı komşu köyden bize doğru öten horozun sesini getiriyorsa, yüksek bir dağın tepesinden vadinin eteklerindeki bir oduncunun baltasının vuruşlarını duyuyorsak, bir kamçının şaklamasını bir mil uzaktan duyabiliyorsak, işte o zaman etrafımızdaki sessizliği duyuyoruz demektir. Sessizliği, bize en uzak sesi, ya da yakınımızdaki en hafif hışırtıyı duyduğumuzda duyumsarız. Sessizlik, camdaki bir sineğin vızlamasının bütün odayı sesle doldurması ve bir saatin tik taklarının zamanı balyoz vuruşlarıyla parçalara bölmesidir. Sessizlik, çok büyük bir mekanda en uzak sesleri bile işitebildiğimiz zaman, çok fazladır. Eğer tam onun üzerinden duyabilirsek ve dış dünyanın gürültüsü bize onun sınırlarının ötesinden ulaşırsa, en geniş mekan kendimizinkidir. Öte yandan tamamen sessiz bir mekan hiçbir zaman algımıza o kadar somut ve gerçek gelmez; izlediğimiz yalnızca bir görüntü olduğu için bize ağırlıksız ve cisimsiz gelir. Ona derinlik boyutunu veren sesler olduğu için görünen uzamı yalnızca seslerini de duyabildiğimiz zaman gerçek olarak kabul ederiz.

Sahnede, konuşmanın tersi olarak ortaya çıkacak bir sessizliğin dramaturjik bir işlevi olabilir, söz gelimi gürültülü bir grup insan sahneye yeni bir karakter gelince sessizliğe bürünebilir, ne var ki böyle bir sessizlik birkaç saniyeden fazla süremez, yoksa oyun olduğu gibi kesilir ve performansı durduruyor gibi görünür. Sahnede sessizlik efekti ne sürdürülebilir ne de sonlandırılabilir.

Filmde, sessizlik son derece canlı ve değişken olabilir, görüntüde hiçbir ses olmadığı halde pek çok ifade ve jest vardır. Sessiz bir bakış ciltlerce şey anlatabilir, sessiz oluşu onu daha açıklayıcı kılar çünkü sessiz bir figürün yüz hareketleri sessizliğin nedenini açıklayabilir, bize onun ağırlığını, tehlikesini ve gerilimini duyumsatabilir. Filmde, sessizlik hareketi bir an bile kesintiye uğratmaz ve hatta sessiz bir aksiyon, sessizliğe canlı bir yüz kazandırır.

İnsanın dış görünüşü, sessiz olduğunda daha yoğundur. Bundan öte, sessizlikte, şeyler maskelerini düşürürler ve size sonuna kadar açık gözlerle bakıyorlarmış gibi görünür. Eğer bir sesli filmde bize günlük yaşamın gürültüsü içerisinde bir nesne gösterilirse ve birdenbire bütün ses kesilip yalıtık bir yakın çekimde önümüze getirilirse, o nesnenin dış görünüşü, gelecek olayı tetikleyecekmiş gibi görünen anlamı ve gerilimi üzerine alır.

Görüntüleri Açıklayan Ses
Yüzün mikro fizyonomisinde ifade edilen mikro dramlar [microdramatics], bunlara neden olan ses sayesinde yalnızca daha anlaşılır olmazlar. Böyle bir yakın-çekim-artı-ses tersten de düşünülebilir. Bir dinleyicinin yüzünün yakın çekimi onun duyduğu sesi de açıklayabilir. Bir ses ya da gürültünün önemini, etkisini bir insan yüzünün aynasında görmezsek anlayamayabiliriz. Söz gelimi bir siren duyuyoruz. Böyle bir ses, insan yüzlerinin ifadelerinden onun bir tehlike sinyali ya da ayaklanma için bir çağrı olduğunu görmediğimiz sürece dramatik bir öneme sahip olamaz. Hıçkırarak ağlayan birinin sesini duyabiliriz, fakat bu sesin anlamının ne kadar derin olduğunu ancak bir insan yüzünde beliren sempati ya da anlayışla açıklığa kavuşabilir. Dahası, anladığımız bir sesin işitsel karakteri de farklıdır. Bir sirenin sesini, eğer onun yaklaşan ölümcül tehlikeye yönelik bir uyarı olduğunu biliyorsak, farklı işitiriz.

Müzik dinleyen bir insanın yüzü iki tür şey gösterebilir. Müziğin etkisinin yansıması, insan ruhuna, ayrıca müziğin kendisine de ışık tutabilir ve dinleyicinin yüz ifadesi yoluyla, bu müzikal etkiyle bağlayan bazı olaylar önerebilir. Eğer yönetmen bize görmediğimiz bir orkestra çalarken bir şefin yakın çekimini gösterirse, yalnızca şefin yapmakta olduğu pantomimle müziğin karakteri açıklık kazanmakla kalmaz, aynı zamanda şefin yüz ifadesi de seslerin bir yorumunu verip onu bize iletebilir. Ve bir insanda müzik yoluyla oluşturulan ve bir yüzün yakın çekimiyle gösterilen duygu, bir parça müziğin gücünü gözümüzde sesin herhangi ölçüde yükseltilmesinden daha çok artırır.

Asenkron Ses
Etrafın görünmediği bir yakın çekimde, çekime sızan bir ses bize bazen gizemli gelir, çünkü kaynağını göremeyiz. Bu, meraktan ve beklentiden kaynaklanan bir gerilim üretir. Bazen izleyici duyduğu sesin ne olduğunu bilmez, ama filmdeki karakter sesi duyup yüzünü sesten yana çevirebilir ve sesin kaynağını seyirciden önce görebilir. Görüntü ve sesin böyle ele alınışı gerilim ve sürpriz etkilerinin oluşturulması için zengin fırsatlar sunar.

Asenkron ses (yani, filmde duyulan şeylerle görülen şeyler arasında ayrılık olması durumu) hatırı sayılır bir önem kazanabilir. Bir ses ya da söz eğer kaynağına ilişkin bir görüntüyle bağlantılandırılmazsa, görüntünün boyutlarının ötesinde geçebilir. O zaman, şans eseri ortaya çıkan bir şeyin sesi ya da sözü olarak değil, ama tümel bir geçerliliğin telaffuzu olarak ortaya çıkar. Yönetmenin ses ya da sözün acınma duygusu uyandıran niteliğini ya da simgesel anlamını iletmesinin en güvenilir yolu kesin olarak onu asenkron biçimde kullanmaktır.

Sesin Samimiyeti
Akustik yakın çekimler, günlük yaşamın gürültüsüne dahil olan, ama genel gürültüde boğulduğu için hiçbir zaman yalıtık sesler olarak duymadığımız sesleri ayırt etmemizi sağlar. Olasılıkla, bu seslerin bizim üzerimizde bir etkisi de vardır, ama bu etki hiçbir zaman bilinçli değildir. Bir yakın çekim böyle bir sesi seçerek bizim bu etkiyi fark etmemizi sağlarsa, aynı zamanda onun eylem üzerindeki etkisi de açıklığa kavuşturulmuş olur.

Sahnede böyle şeyler olanaksızdır. Eğer bir tiyatro yapımcısı izleyicinin dikkatini eylemin dönüm noktasına işaret ettiği için zorlukla duyulabilecek bir iç çekişe yöneltmek istiyorsa, o zaman sahnedeki bütün diğer oyuncular çok sessiz olmak zorundadırlar, ya da iç çekecek oyuncunun ramp ışıklarıyla öne çıkarılması gerekir. Fakat, bütün bunlar, iç çekişin, utangaç, çekingen ve zorlukla duyulabilir olması gereken karakterini bulmasını engelleyebilir. Sessiz filmde olduğu gibi sesli filmde de, zorlukla algılanan, imâlı şeyler, fark edilmeyen kulak misafirinin bütün gizliliğiyle iletilebilir. Böyle sesleri herkese duyurmak için hiçbir şeyin susturulması gerekmez ve imâlı anlatım da korunabilir. Genel gürültü akıp gidebilir ve bir sivri sineğin yumuşak vızıltısını bastırabilir, ama, biz, mikrofonla ya da kulağımızla sesin kaynağına yeterince yaklaşarak onu yine de duyabiliriz. Düşünceler ve duygular arasındaki ince bağlantılar ve ilişkiler çok hafif ve yumuşak ses efektleri kullanılarak iletilebilirler. Bu türden duygusal ve düşünsel bağlantılar, her şeyi etkileyecek önemde bir dramaturjik etki yaratabilirler. Bunlar her şey olabilir: boş bir odada bir saatin tik takları, çatlak bir borudan damlayan su, ya da küçük bir çocuğun uyurkenki iniltisi.

Ses Tecrit Edilemez
Ancak, sese bu şekilde yakınlaşırken dikkatli olmalıyız, tıpkı bir yakın çekimde görüntüyü çevresinden tecrit edemediğimiz gibi, sesin de kendine özgü doğasının bir yakın çekimde onun kendi akustik çevresinden tecrit edilmesine izin vermediğini aklımızdan çıkarmamalıyız. Bir film karesinin içinde olmayan şeyler, içinde olanların hemen yanında olsalar bile görülemezler. Dışarıdan, görüntüye ışık ya da gölge düşürülebilir ve bir gölgenin ana hatları seyirciye karenin dışında neler olduğunu sezdirebilir, ama görüntüde yalnızca bir gölge olmasına rağmen bütün bunlar hâlâ aynı uzay parçası içindedirler. Seste her şey değişiktir. Bir akustik çevre kaçınılmaz olarak bir yakın çekimin alanına girer ve burada duyduğumuz bir gölge ya da bir demet ışık değil, yakın çekimde bir uzayın ne kadar küçük bir parçası seçilirse seçilsin, uzayın tamamında her zaman duyulabilecek seslerin kendilerini duyarız. Sesler bloke edilemezler.

Bir lokantanın bir köşesinde oturan iki kişinin alçak sesle yaptıkları bir konuşmaya yakın çekim yapıldığında lokantada çalınan müzik tamamen kesilip atılmaz. Müzik grubu her zaman görülemeyebilir, ama sesi her zaman duyulabilir. Bu iki kişinin fısıldaşmalarını hemen yanlarında oturuyormuşuz gibi duyabilmemiz için müziğin tamamını susturmamız da gerekmez. Yakın çekim, lokantanın tüm akustik ortamını içerecektir. Böylelikle, yalnızca konuşan insanları değil, aynı zamanda konuşmalarının etrafındaki seslerle ilişkisini de duyabileceğiz. Konuşmayı, kendi akustik çevresi içine yerleştirebileceğiz.

Bu tür sesli görüntüler filmlerde atmosfer yaratmak amacıyla sıkça kullanılırlar. Film, işitsel manzaraları da aynı görsel manzaraları gösterdiği gibi gösterebilir. .

Kulağı Eğitmek
Gözümüz yalnızca bir ya da iki kez gördüğü şeyleri bile tanır. Seslerin tanınması daha zordur. Bildiğimiz görsel biçimler, bildiğimiz işitsel biçimlerden daha fazladır. Yeryüzünde yolumuzu, kulağımızın hiçbir bilinçli yardımı olmadan bulmaya alışmış durumdayız. Ama görmezsek kayboluruz. Ancak, bu kulağımız daha az duyarlı olduğu için değil, daha az eğitilmiş olduğu için böyledir. Bilim, aslında kulağımızın gözümüze göre daha hassas nüansları ayırt edebileceğini söylüyor. İnsan kulağının ayırt edebileceği sesler ve gürültülerin sayısı, ayırt edebileceğimiz gölge ve ışık derecelerinin sayısından binlerce kez daha fazladır. Ama, bir sesi algılamakla onun kaynağını ayırt etmek arasında çok büyük bir ayrım vardır. Bir sesin kime ya da neye ait olduğunu bilmeden onun daha önce duymadığımız bir ses olduğunu anlayabiliriz. Şeyleri, görsel olarak algılamamız daha zor olabilir, ama bir kez algıladık mı onları daha kolay tanırız. Erdmann'ın deneyleri kulağın geniş bir kalabalık içerisindeki sayısız sesin ayrıntılarını ve bunların derecelerini ayırt edebildiğini, ama gürültünün neşeli bir kalabalıktan mı yoksa öfkeli bir kalabalıktan mı geldiğini kesin olarak belirleyemediğini göstermiştir.

Görsel ve işitsel eğitimlerimiz arasında çok önemli farklar vardır. Bunun nedenlerinden birisi bir şeyleri sıklıkla işitmeksizin görmemizdir. Şeyleri, uzaktan, pencere camının arkasından, resimlerden, fotoğraflardan görüyoruz. Ama çok nadiren doğanın ve yaşamın seslerini hiçbir şey görmeden duyduğumuz olur. Dolayısıyla, işittiğimiz seslerden görsel şeylere ilişkin sonuçlar çıkarmaya alışık değilizdir. İşitme duyumuzun bu eksik eğitilmişliği sesli filmde pek çok şaşırtıcı etki yaratmak için kullanılabilir. Karanlıkta bir tıslama duyarız. Bir yılan mı? Ekrandaki bir insan yüzü sese doğru bakarak dehşetli bir ifade alır ve izleyiciler koltuklarında gerilirler. Kamera da sese doğru döner. Ve tıslamanın ocaktaki çaydanlıktan geldiği anlaşılır.

Böylesi şaşırtıcı düş kırıklıkları trajikomik de olabilirler. Böyle durumlarda sese yavaşça yaklaşıp onu yavaşça tanımak, görünen ve dolayısıyla hemen tanınan bir şeye yaklaşmaktan çok daha korkutucu bir gerilim sağlar. Yaklaşan bir selin ya da toprak kaymasının gürültüsü ya da keder veya dehşetten kaynaklanan çığlıkların giderek yükselmesi gibi ancak yavaş yavaş sezip ayırt edebileceğimiz şeyler bize karşı konulamaz bir yoğunlukla yaklaşan bir felaketin kaçınılmazlığını hissettirir. Dramatik etkiye ilişkin böylesi önemli olanaklar, bu türden yavaş yavaş gerçekleşen tanıma süreçlerinin, bilincin duyulabildiği halde kabul etmekte isteksiz davrandığı bir gerçekliği anlamakta umutsuz bir direnç göstermesini simgeleyebilmesinden kaynaklanır.

Sesin Gölgesi Yoktur
İşitsel kültür, başka herhangi bir kültürel yapı gibi geliştirilebilir ve sesli film kulağımızı eğitmek için çok uygundur. Ancak dünyada yolumuzu hiçbir görsel etki olmadan yalnızca ses yoluyla bulmamızın olanakları önünde belirli sınırlar vardır. Bunun nedeni, seslerin gölgelerinin olmaması, başka bir deyişle uzayda şekiller oluşturmamalarıdır. Gördüğümüz şeyleri yan yana görmek zorundayız, eğer öyle olmazsa bu şeylerden biri diğerlerini görülemeyecek biçimde kapatır. Görsel etkiler birbirleriyle karışmazlar. Sesler ise değişiktir; birden fazlası aynı anda mevcutsa, o zaman birleşip tek bir bileşik ses oluştururlar. Uzamsal boyut ve doğrultuyu görebiliriz; ama boyut ve doğrultuyu, birini diğerinden ayırarak duyamayız. Bileşik bir sesi oluşturan çeşitli sesleri ayırt edebilmek için, kulağın, mutlaka absoluteis [mutlak] de denilen hiç alışılmadık, az bulunur bir özelliğe gereksinimi vardır. Ama bu seslerin uzaydaki yerleri ve kaynaklarının doğrultusu mükemmel bir kulakla bile, yardımcı bir görsel izlenim olmaksızın, ayırt edilemez.

Radyo oyununun en önemli biçim sorunsallarından birisi, sesin tek başına bir uzamı ve dolayısıyla bir sahneyi temsil edememesidir.

Sesin Kenarları Yoktur
Sesin yerini belirlemek zordur ve film yönetmenleri bunu göz önünde bulundurmalıdır. Bir filmde ağızların hareketlerini göremeyeceğimiz biçimde yan yana durmuş üç kişi, sözlerine jestleriyle eşlik etmeden konuşuyorlarsa ve sesler de birbirinden çok farklı değilse, hangisinin konuştuğunu bilmek neredeyse olanaksızdır. Çünkü sesler ışığın bir yansıtıcıyla yönlendirilmeleri gibi hassas bir biçimde yönlendirilemezler. Işık demetleri gibi düz ve yoğunlaştırılmış ses demetleri yoktur.

Görülebilir şeylerin pek çok kenarı vardır, sağ kenar, sol kenar, ön ve arka. Sesin böyle görünüşleri yoktur, bir ses şeridi bize ne taraftan ateş edildiği hakkında bilgi veremez.

Sesin Bir Mekansal Rengi Vardır
Sanat tarafından sahnede ya da platformda yeniden üretilen her doğal ses yanlış bir ton rengine sahiptir, çünkü her zaman yeniden üretildiği sanılan ortamın değil, topluma sunulduğu ortamın rengini varsayarlar. Sahnede bir fırtınayı, rüzgarın ulumasını, gök gürültüsünü, vb. duyduğumuzda, bunu her zaman sahneye özgü bir tınıyla yaparız, ormana, okyanusa ya da sahnenin sunması beklenmeyen bir şeye özgü bir tınıyla değil. Söz gelimi bir koro, kilisenin sahnesinde şarkı söylüyorlarsa, Gotik tâkların açık rezonansını duyamayız, çünkü ses gerçekte üretildiği ortamın damgasını taşır.

Her sesin bir uzam-sınırsal [spacebound] karakteri vardır. Aynı ses, küçük bir odada, bir mahzende, büyük boş bir salonda, bir sokakta, bir ormanda ya da denizde farklı duyulur.

Gerçekten bir yerlerde üretilmiş her sesin bir mekan-niteliği [spacequality] olmak zorundadır ve eğer sesin duyusal yeniden üretiminin gücü kullanılacaksa bu nitelik çok önemlidir! Bu tiyatro sahnesinde her zaman çarpıtılan yerel tınıdır. Mikrofonun en önemli sanatsal yetilerinden bir tanesi, merkez noktasına gelen seslerin sürdürülmeleri ve kendi tonal renklerini kaybetmemeleridir. Bir mahzende kaydedilmiş bir ses nerede dinletilirse dinletilsin, mahzendeki bir ses olarak kalır, tıpkı izleyici sinema salonunun neresinde oturursa otursun görüntünün kameranın bakış açısından gösterilmesi gibi. Eğer görüntü üstten çekilmişse, seyirciler onu görmek için yukarı (beyaz perdeye -çev) bakmak zorunda olsalar bile, görüntüyü üstten görürler. Tıpkı gözünüz kamera merceği ile tanımlanıyor gibidir, dolayısıyla kulağımız da mikrofonla. Ve sesleri nerede dinletildiklerinden bağımsız olarak mikrofonun onları kaydettiği ilk halleriyle duyarız. Bu yolla, sesli filmde izleyiciyle oyuncu arasındaki sabit, değişmez, kalıcı mesafe yalnızca görsel olarak değil, ama işitsel olarak da aşılmış olur. Yalnızca izleyiciler olarak değil, ama dinleyiciler olarak da koltuklarımızdan alınıp sahnede anlatılan olayların gerçekleştiği yere götürülürüz.

Belá Balázs
Çeviri: Eren İnan Canpolat

0 yorum: