19 Şubat: İz Sürmek
Cuma günkü ilk buluşmamızı iz sürmek konusunu tartışarak kapattık. Sanırım bir sonraki buluşmamızı bu konuyla açmak yerinde olacak.
İki tür iz sürmeden bahsedebiliriz. Bunlardan biri bugün bize ulaşmış metinler ve arkeolojik bulgular arasında hâkim sesin ve seslerin izlerini sürmektir. İkincisiyse yine aynı metin ve arkeolojik bulgularda aralarda kaybolmuş mâdunun, altta olanın sesinin, onun öyküsünün izinin sürülmesidir. İz sürmenin bu ikinci türü hiç de kolay değildir. Birinci de en büyük sorun doğru izi sürmekken, ikinci de iz bile yoktur ortada. İlk önce bulup çıkartılması gerekmektedir. Tarih genellikle hegemonyanın yarattığı arşivler kullanılarak yazıldığından, farklı seslerin tarihe katılabilmesi için ilk önce farklı arşivlerin yaratılması gerekmektedir. Çoğu kez bu arşivleri yaratacak bulgu ve metinler yoktur, hiçbir zaman üretilmemiş, hiçbir zaman yazılmamıştır. Dolayısıyla var olan hâkim arşivlerin okunması, aralarda kaybolmuş seslerin ortaya çıkartılması gerekir. Örneğin, Orhun Yazıtları’na bu şekilde yaklaşmak mümkün müdür? Bu buluşmamızın başlangıcında bu noktaya değineceğiz.
Son yıllarda farklı bir iz sürme yöntemi daha belirmiştir. Y-geni ve mitokondriyal DNA aracılığıyla en azından göç yolları üzerine on binlerce yıl öncesine giden çalışmalar yapmak mümkün hale gelmiştir. Her geçen gün daha yetkinleşen bu çalışmalar, geçmişte ne tür karışmaların olduğunu gösterebilmektedir. Örneğin, Orta Asya’dan Ortadoğu’ya olan göçler gerçekten kalabalık toplulukların yer değiştirmeleri olarak mı anlaşılmalı? Antikçağın Pers İmparatorluğu ne kadar Hint-İran topluluklarına dayanıyordu? Türkçe konuşan toplulukların Anadolu’ya göçü bu topraklara ne kadar insanın gelmesine neden oldu? Genetik çalışmalar her iki durumda da bu yerlerde var olan nüfus yapısının çok fazla değişmediğini göstermektedir. O zaman ne tür bir kültürel değişmeden bahsedebiliriz? Ne tür izler söz konusudur? Diller değişip kültürler aynı kalabilir mi? Bugün var olan etnik kimlikler genetik çalışmalar bağlamında nasıl değerlendirilmeli? Yoksa genetik kimliklerin baskın söylem halini alacağı bir dünyaya doğru mu gidiyoruz? İkinci bölüm yeni bir çalışma alanı olarak genler üzerinden yapılan iz sürmeyi, arkeolojiyi anlamaya çalışmak olacak.
Bu arada madun kelimesi Ferit Devellioğlu’nun Osmanlıca-Türkçe sözlüğünde şöyle tanımlanmış.
Mâ-dûn: alt, aşağı derece, emir itibarıyla aşağıda olan [“mâ-fevk” karşılığı]. Burada asıl anlamı veren dûn sözcüğü. Anlamı, 1.aşağı, aşağılık; 2.alçak, soysuz kimse; 3. altta, aşağıda. Baht-ı dûn: alçak talih. Dünyâ-yi dûn: aşağılık dünya. Mâ bir ek, o şey ki, şu nesne, veya …daki şeklinde okunmasını sağlıyor sözcüğün. Bu sözcük bugün madun olarak yazılıyor; ben mâdun yazılışını tercih ediyorum. Aslında u sesini de inceltmek gerekiyor. Tarih çalışmaları açısından anlamı, altta olanların, sesi metinlere yansımayanların ve çok sınırlı şekilde yansıyanların tarihini yazmak oluyor. Algılanmayanın, algılanmamışın, bir tür tarih öncesinin tarihini yazılması olarak da anlaşılabilir.
Bu arada bu tartışma dizisi boyunca kendi konuşmalarının metinlerini bir blog yaratarak internete koydum. Sanırım bu metinler söylediklerimden biraz daha fazlasını barındırıyor. Her oturumun sonunda yeni metni koyacağım. Adres: http://seminermetin.blogspot.com/ ya da:
http://maddi-tarih.blogspot.com/
Timuçin Binder
0 yorum:
Yorum Gönder