Aydın ve Ay Işığı
Birçok insanın hedefi olabilir ve birçok insan da ulaştıkları noktadan geriye bakarak bir yolculuk yapmış olduklarını düşünebilir. Neticede yol düşüncesi bende bir hedefe gidişi ve bazen de daha iyiye gidişi çağrıştırıyor. Aydın daha iyiye giden veya belli bir hedefin peşinden koşturan mıdır? Burada içerikten de bahsetmemiz gerekmiyor mu? Çünkü birçok insan var çeşitli hedefler peşinden koşan, kimi sadece materyal kazançla ilgili yolların yolcusu olan. Kastettiğimiz, belki de içsel bir yolculuk ama bu alanda bile birçok insan hiç de tasvip edilmeyen yolculuklara çıkabilir. Sanırım Buda’nın uzun bir yolculuğa çıkmış olduğunu düşünebiliriz. Bu yolculuk birçok kişiye değerli de gelebilir. Bu anlamda bir aydınlanmadan da bahsedebiliriz ama bazıları eleştirecektir bu aydınlanmanın içeriğini. Aslında belki de hiç değer yargısı biçmeden, içeriğine bakmadan daha farklı bir değişimden bahsetmemiz gerekiyor aydını tanımlarken.
Örneğin Hitler bir aydın mıydı? Herhalde birçok yandaşı veya o dönemin Alman halkı bir aydın görmüşlerdir onun şahsiyetinde. Bir liderdi ama aynı zamanda karanlıktaki ay ışığı değil miydi? Türkçede aydın kelimesinin kökeni, zaman zaman hayranlıkla seyrettiğimiz, zevkine doyamadığımız sevgili uydumuz Ay’dan geliyor. Anlamı ay ışığı ve hem Kıpçaklarda hem de Osmanlı’da ışık ve parlaklık (sanırım zekâ parlaklığı da) anlamında; karanlığın karşıtı olarak da kullanılmış. Bizdeki anlamı da farklı değil: Işık saçmak, karanlığı aydınlatmak. Yani karanlığı ortadan kaldıran, önümüzü görmemizi sağlayan.
Yol metaforu sanırım daha çok modern çağın getirdiği bir şey. Bireysel bir yanı da var. Kendimizi daha bilgili kılmak için çoğu kez bir yerlere gitmemiz gerekiyor. Oysa yol metaforundan uzaklaşıp karanlığı aydınlatma açısından da yaklaşabiliriz aydına; belirsizliği ortadan kaldıran olarak. Bu açıdan bakınca bana çok daha uygun geliyor, en azından Türkçe bağlamında, aydını bütünle ilişkilendirmek. Karanlık ortadan kalktığında çevremizdeki bütün, tüm maddi ve manevi yanlarıyla, daha anlaşılır olur. Işığın aydınlattığı alan, eğer hemen önünde bir engel yoksa (ay ve güneşte olduğu gibi), gözün görebildiği tüm mekânı aydınlatır.
Parçayla uğraşan aydın daha farklı bir şey olmalı; belli bir yeri aydınlatan. Bu tür aydın aynı zamanda karanlığı ortadan kaldıran aydın mı? Sadece bir kısmını kaldırıyor ve bu da o aydını aslında bugün anlaşılan anlamda bir aydın (“evrensel aydın”) kılmıyor. Ya da sadece karanlığı kaldırdığı grubun, “parça”nın, ya da daha küçük bütünün aydını kılıyor.
Aydınlatma kavramına sadece Türkçede rastlanmıyor; birçok Hint- Avrupa dilinde de mevcut. O dillerde de aydın sözcüğüne benzer “illuminati” var. “Enlightened” sözcüğü de aydınlanmakla ilgili. Yani aslında asıl metafor daha ziyade aydınlanmak, karanlığı ortadan kaldırmak gibi gözüküyor ama bugün var olan ve belki geçmişte bazı durumlarda var olmuş yol metaforu da var. Belki de yolun sonunda karanlığı kaldıracak bir ışık söz konusu ama diğer yandan bu yol metaforunu hem modernitenin (belki bir parça İbrani dinlerin) ve özellikle Cumhuriyet Türkiye’sinin daha iyiye, daha gelişmiş olana veya kurtuluşa gidiş düşüncesiyle ilişkilendirebilir miyiz? Aydın, yolu aydınlatan mı? Denizdeki fener gibi.
Her iki durumda da aydın her zaman hayran olunacak bir şey gibi gözükmüyor. Karanlık çeşitli şekillerde aydınlatılabilir ve bazı aydınlanmalar bazı gruplar tarafından tercih edilmeyebilir. Benim asıl itiraz ettiğim nokta parça meselesiydi. Parça olarak anlatılmaya çalışılanın genellikle daha küçük bütün olduğunu ileri sürmüştüm. Sadece parçayı aydınlatacak bir ışık, bu parça gerçek anlamda bir parça olsa bile (yani daha küçük bir bütün değil), aslında aşırı derecede tehlikeli bir davranış, bir eylem olarak da düşünülebilir. Çünkü aydın kavramından anladığımız (ve sözcüğün etimolojisine baktığımızda da bu ortaya çıkıyor: ay-dın; buradaki -dın, eğer yaptığım araştırma beni yanıltmadıysa, dışarıya yayılan anlamını veriyor; yani aydan dışarı yayılan = aydın = ay ışığı), dışarıya doğru, bir çarpıtmaya uğramadan yayılan bir ışık, bir karanlığı ortadan kaldırma. Oysa parçayla uğraşan aydın (bu parça daha küçük bütün veya gerçek anlamda bir parça olsa da) bu eylemi kontrol altına almak, çarpıtmak, belli bir kanala sokmak zorunda ki, sadece belli bir kısım aydınlansın. Belli bir bütünün (veya daha büyük bütünün parçası diyelim) sesini duyurmaya çalışmakla sadece bu bütünle ilgili (veya parça) aydınlatma eyleminde bulunmak arasında aslında çok ince bir çizgi var. Parçanın sesini duyurmak bir anda sadece parçaya hizmet eden aydınlanma eyleminde bulunmaya dönüşebilir. Parçayı oluşturanlar açısından bu hiçbir şekilde sakıncalı olmayabilir ama parçanın dışında kalanlar açısından çok sakıncalı, “sadece-benim-grubum” davranışı ortaya çıkmış olabilir.
Örneğin Hitler bir aydın mıydı? Herhalde birçok yandaşı veya o dönemin Alman halkı bir aydın görmüşlerdir onun şahsiyetinde. Bir liderdi ama aynı zamanda karanlıktaki ay ışığı değil miydi? Türkçede aydın kelimesinin kökeni, zaman zaman hayranlıkla seyrettiğimiz, zevkine doyamadığımız sevgili uydumuz Ay’dan geliyor. Anlamı ay ışığı ve hem Kıpçaklarda hem de Osmanlı’da ışık ve parlaklık (sanırım zekâ parlaklığı da) anlamında; karanlığın karşıtı olarak da kullanılmış. Bizdeki anlamı da farklı değil: Işık saçmak, karanlığı aydınlatmak. Yani karanlığı ortadan kaldıran, önümüzü görmemizi sağlayan.
Yol metaforu sanırım daha çok modern çağın getirdiği bir şey. Bireysel bir yanı da var. Kendimizi daha bilgili kılmak için çoğu kez bir yerlere gitmemiz gerekiyor. Oysa yol metaforundan uzaklaşıp karanlığı aydınlatma açısından da yaklaşabiliriz aydına; belirsizliği ortadan kaldıran olarak. Bu açıdan bakınca bana çok daha uygun geliyor, en azından Türkçe bağlamında, aydını bütünle ilişkilendirmek. Karanlık ortadan kalktığında çevremizdeki bütün, tüm maddi ve manevi yanlarıyla, daha anlaşılır olur. Işığın aydınlattığı alan, eğer hemen önünde bir engel yoksa (ay ve güneşte olduğu gibi), gözün görebildiği tüm mekânı aydınlatır.
Parçayla uğraşan aydın daha farklı bir şey olmalı; belli bir yeri aydınlatan. Bu tür aydın aynı zamanda karanlığı ortadan kaldıran aydın mı? Sadece bir kısmını kaldırıyor ve bu da o aydını aslında bugün anlaşılan anlamda bir aydın (“evrensel aydın”) kılmıyor. Ya da sadece karanlığı kaldırdığı grubun, “parça”nın, ya da daha küçük bütünün aydını kılıyor.
Aydınlatma kavramına sadece Türkçede rastlanmıyor; birçok Hint- Avrupa dilinde de mevcut. O dillerde de aydın sözcüğüne benzer “illuminati” var. “Enlightened” sözcüğü de aydınlanmakla ilgili. Yani aslında asıl metafor daha ziyade aydınlanmak, karanlığı ortadan kaldırmak gibi gözüküyor ama bugün var olan ve belki geçmişte bazı durumlarda var olmuş yol metaforu da var. Belki de yolun sonunda karanlığı kaldıracak bir ışık söz konusu ama diğer yandan bu yol metaforunu hem modernitenin (belki bir parça İbrani dinlerin) ve özellikle Cumhuriyet Türkiye’sinin daha iyiye, daha gelişmiş olana veya kurtuluşa gidiş düşüncesiyle ilişkilendirebilir miyiz? Aydın, yolu aydınlatan mı? Denizdeki fener gibi.
Her iki durumda da aydın her zaman hayran olunacak bir şey gibi gözükmüyor. Karanlık çeşitli şekillerde aydınlatılabilir ve bazı aydınlanmalar bazı gruplar tarafından tercih edilmeyebilir. Benim asıl itiraz ettiğim nokta parça meselesiydi. Parça olarak anlatılmaya çalışılanın genellikle daha küçük bütün olduğunu ileri sürmüştüm. Sadece parçayı aydınlatacak bir ışık, bu parça gerçek anlamda bir parça olsa bile (yani daha küçük bir bütün değil), aslında aşırı derecede tehlikeli bir davranış, bir eylem olarak da düşünülebilir. Çünkü aydın kavramından anladığımız (ve sözcüğün etimolojisine baktığımızda da bu ortaya çıkıyor: ay-dın; buradaki -dın, eğer yaptığım araştırma beni yanıltmadıysa, dışarıya yayılan anlamını veriyor; yani aydan dışarı yayılan = aydın = ay ışığı), dışarıya doğru, bir çarpıtmaya uğramadan yayılan bir ışık, bir karanlığı ortadan kaldırma. Oysa parçayla uğraşan aydın (bu parça daha küçük bütün veya gerçek anlamda bir parça olsa da) bu eylemi kontrol altına almak, çarpıtmak, belli bir kanala sokmak zorunda ki, sadece belli bir kısım aydınlansın. Belli bir bütünün (veya daha büyük bütünün parçası diyelim) sesini duyurmaya çalışmakla sadece bu bütünle ilgili (veya parça) aydınlatma eyleminde bulunmak arasında aslında çok ince bir çizgi var. Parçanın sesini duyurmak bir anda sadece parçaya hizmet eden aydınlanma eyleminde bulunmaya dönüşebilir. Parçayı oluşturanlar açısından bu hiçbir şekilde sakıncalı olmayabilir ama parçanın dışında kalanlar açısından çok sakıncalı, “sadece-benim-grubum” davranışı ortaya çıkmış olabilir.
0 yorum:
Yorum Gönder