21 Nisan 2007 Cumartesi

21 Nisan Devrim Tartışması

Nizamettin Uygar

Derrida’nın, devrim konusuna dâhil edilmesi, benim için öğretici olur; Umarım, Utku (bey lafını kaldırsak aramızdan?), Devrim ve Derrida konusunda bir şeyler yazar ve bu konudaki boşluğa değerli bir katkı sunmuş olur.

İskender’le ‘Devrim ve Bloğun tavrı’ yazışmamızı yayımlamamız sonucu, Utku’nun cevaben yazdıkları hakkında söylemek istediğim bazı şeyler var. Bu yazıyı, Utku’ya bir cevap olmanın ilerisinde, benim deneyimlerimin bilgisine dair bazı notların aktarımı olsun diye de yazıyorum.

Marks:’’dünya kulübelerden başka, saraylardan başka görünür’’ demekle, sadece sınıfsal bir farka dikkat çekmeyi değil, aynı zamanda bizim bilgilerimizin, o şeyle kurduğumuz ilişkinin yakınlığını, ona nereden baktığımızı ve o şeyin kendisini hissetme düzeyimizi de kapsadığını vurguluyordu, kanımca…

Devrim bahsinde, tercih ettiğim bir yaşama dair, deneyimlerimden çıkan sonuçlar üzerinden kurduğum cümleler, Utkunun yoğunlaştığı, Derrida konusu nedeniyle biraz anlaşılmaz hale gelmiş; ne demek istiyorum, hemen yazmaya başlayayım.

Gizli, açık, yazılı, yazısız, tüzük ve yasalardan, ’tek doğru’nun dışındaki ‘doğru’ya tahammül dahi göstermeyip yargılayan, devrimi rejime, devleti ele geçirmeye endeksleyen, devrimi kurumsallaştıran… muktedirlerlerden çok çekmiş bir devrimin içinden; zamanı gerçek kılan yaşadıklarımızın sorumluluğuyla;
Utku’nun ‘imkânsızın deneyi’ diyerek dudak bükmesine, bunu yaparken de cümleleri tahrif etmesine, yazıya bir deney nesnesi muamelesi yapıp, sonuçlarına kendini inandırmasına;
‘İdeolojik birlik’ ile ‘doğruların ideolojik birliği’; ‘iktidardan uzaklaşma’ ile iktidardan uzaklaşma cüreti’ arasındaki farkı ve ‘ ‘yaşamdan olumsuzun sökülüp atılması’ fikrinin tarihini ve bu fikre anlamını veren öznelliği de yok sayan bir bakışa karşı da yazmaya çabalıyorum.

İnanç kavramı, doğru kavramına karakterini verebilme gücüne sahip bir kavram bana kalırsa. Bu nedenle, inandığı için doğru olduğuna hükmedilen her şey, benim için dışında durma gerekçesidir. Doğruların ideolojik birliğinden kastım da tamamen buradan bir bakışın ifadesidir. Doğruların ideolojik birliği, hayata yasalar koyup, o yasalar aracılığıyla hayata hükmetmeye, ‘hata’ kavramını muktedir kılıp, buna göre yargılar oluşturamaya, bir aradalığın harcının bu olduğuna, bizi kuran her şeyin de bu bilgiyle şekillendirilmesi gerektiğine olan inancı tarif etmek için oluşturulmuş bir ifadededir.

İdeolojik birlik ile Doğruların ideolojik birliği arasındaki farka dair bir şeyler söylemek zorunda bırakıldığım için (Utku’yla beni muhatap haline getiren yazıda, ideolojik birliğe dair herhangi bir fikir beyan etmemiştim),hemen belirteyim;
Biz bir dünya görüşü etrafında birlik kurabiliriz ve buna ideolojik birlik diyenler olabilir. Ben bu birliğin dışındaysam, bunun ideolojik bir birlik olup olmadığı, bu birliğin doğru ya da yanlış şeyler söyleyip söylemediği hakkında bir yargıda bulunamam. Ben içerden bir bakışın sonucu olarak, bu birliği sağlayan ilkeleri tek doğru, bu doğruları hayatı belirleyen temel yasa, bunun dışındaki her pratiği ‘hata’ olarak yargılayıp, bizi ahlakın tahakkümüne hapseden, benin mutlak doğruluğuna hükmeden… Dünya görüşünü ‘doğruların ideolojik birliği’ olarak ifadelendiriyorum. Umarım farkı anlatabilmişimdir.

‘‘Negatif epistemoloji’’nin kaçınılmaz sonucu olarak ‘’dışarıda bırakma’’… Mevzuunda benim devrim kavramı hakkındaki görüşümün tekrar okunmasını öneriyorum; ama önce kısa bir sözüm var.:

Benim açımdan devrim, ‘budur’ denilebilinir bir konu değil, bu onu sınırlara hapseder. İkincisi, hep tekrarladığım gibi devrim neredeyse bitmeyecek bir süreç, bir pratiktir… Devrim konusunda ancak, bir ufuk çizilebilinir ve öncellere vurgu yapılabilinir ve yaşanmışlığın getirdiği olmazların ifade edilmesinden, deneyimlerin bilgisinden başka kelam etmenin çok da anlamlı olmadığı bir konudur. Şimdi okumaya geçebiliriz.

‘’Devrim benim için:

Doğruların ideolojik birliği yerine, herkesin kendi ‘yanlış’larının bir aradalığıyla da deney imlenen bir hayat için; bizi hedefe kilitleyen, ‘hata’ kabul etmeyen, bulunan her ‘hata’yı redakte eden bütün iktidarlardan uzaklaşma cüreti;
Bizi, devletten, bütünün tamamlanmışlığından, kusursuz olarak inşa edilen teknik kurumlaşmalardan… Azat eden ütopyanın, çokluğun etkinliği olarak bir gerçeklik haline gelmesi, yaşamdan olumsuzun sökülüp alınmasının bizatihi kendisidir.’’

Cüret kavramı; benim için, devrimin, şifre çözücü kavramı olan antagonizmayı var etme kudretidir. Kapitalizmi üreten, karşıtların birliğinin, çelişkinin (işçi-sermaye ikiliğinin)bir doğruluk olarak, böylece kabullenmemiz gerektiğinin bize dayatılmasına karşı, kendi kuruculuğumuzun isyanıdır. Bizi çevreleyen iktidarın ‘dışarısı’nın arayışının da pratiğidir…

Bu nedenle,’’İktidardan uzaklaşma’ ile ‘…uzaklaşma cüreti’ arasında fark vardır. İlki bir sonuca göre konum alıp, o sonuç üzerinden konuşurken; diğeri bir pratiğe işaret eder ve sonuca dair bir söz söylemez, bir süreci anlatır… Bu nedenle,’’iktidardan uzaklaşmak mümkün müdür?’’, ‘’iktidar ve özne arasına kesin çizgi çizilmeli mi, çizilmemeli mi?’’ gibi sorulara, bahsi geçen yazı muhatab değildir…

‘Yaşamdan olumsuzun sökülüp atılması’, emeğin kurucu bir güç olarak, anti-kapitalist bir dünya tahayyülüne dair söylenmiş; Spinoza- Nietzsche-Guattari-Deleuze-Negri düşüncesinin felsefeyi yapma nedenlerini anlatan bir söylemdir. Yaşamı olumlama felsefesi olarak anılabilecek kadar da açıktan ifade ederler bunu… Ve iddia edildiği gibi, ‘’steril bir yaşam ‘’ savunusu da değildir. Steril yaşam arzusu, faşizme aittir. Ve burası konuşulamayacak olan yerdir…

Sanırım, yazıda ‘hayalet’ kavramı geçmeseydi ,Utku’nun cevabı ve bu yazı olmayacaktı. Çünkü bana cevaben yazılan yazı asıl olarak, ‘hayalet’ kavramına yönelik. Ben çok uzatamayacağım. Hayalet kavramı üzerine konuşacaksak kaynağından konuşmayı tercih ederim, yani Komünist Manifestonun başlangıç cümlesinden:

’’Avrupa'da bir hayalet dolaşıyor — Komünizm hayaleti. Eski Avrupa'nın bütün güçleri bu hayaleti defetmek üzere kutsal bir ittifak içine girdiler: Papa ile çar, Metternich ile Guizot, Fransız radikalleri ile Alman polis ajanları. Muhalifleri tarafından komünist olmakla suçlanmamış muhalefet partisi nerede vardır? Bu lekeleyici komünizm suçlamasını, daha ilerici muhalefet partileri ne olduğu kadar, gerici hasımlarına karşı da gerisin geriye fırlatmamış muhalefet nerede vardır? Bu olgudan iki şey çıkıyor:
I. Komünizmin kendisi, daha şimdiden, bütün Avrupa güçleri tarafından bir güç olarak tanınmıştır.
II. Komünistlerin açıkça, tüm dünyanın karşısında, görüşlerini, amaçlarını, eğilimlerini yayınlamalarının ve bu Komünizm Hayaleti masalına partinin kendi Manifestosu ile karşılık vermelerinin zamanı çoktan gelmiştir. Bu amaçla, çeşitli milliyetlerden komünistler, Londra'da toplanmışlar ve İngiliz, Fransız, Alman, İtalyan, Felemenk ve Danimarka dillerinde yayınlanmak üzere, aşağıdaki Manifestoyu kaleme almışlardır.’’

Sanırım, ‘’devrim asla bir hayalet değildir’’ sözünü nereye atfen söylediğim açıkça anlaşılmıştır…

Yazıyı Deleuze’ün önemsediğim bir sözüyle bitirmek istiyorum:

‘Devrim anti-kapitalist olduğu kadar,anti-çileci de olacaktır; ve yalnızca tarihsel görev ya da sınıf çıkarı fikrinden değil, arzunun gücünden doğacaktır…. Devrimciler, devrimin ödevden dolayı değil, arzudan dolayı istenip yapıldığını çoğunlukla unuturlar ya da bunu kabul etmekten hoşlanmazlar. Başka yerde olduğu gibi, burada da ideoloji kavramı gerçek sorunları… Gizleyen iğrenç bir kavramdır.’’

0 yorum: