1 Haziran 2007 Cuma

Aşkıncılığın farklı bir şekli olarak devrimcilik

Sanırım devrimin teknik bir mesele olduğunu biraz daha açmam gerekiyor.

Biz insanlar bizim de sınırlı biyolojik ve fiziksel parametreler arasında yaşamsal faaliyetlerde bulunduğumuzu nedense unutma eğilimindeyiz. Yani her istediğimizi yapamayacağımız gibi, yaptığımız birçok şey bizim isteklerimizden bağımsız etmenler tarafından yönlendiriliyor. Örneğin, 10 kişiyle paylaştığınız bir alanı 100 kişiyle paylaşmaya başladığınızda hem birey olarak siz farklı hareket etmeye başlayacaksınızdır hem de o mekândaki gruplaşmaların sayısı artacaktır. Teknik mesele derken, bu gibi fiziksel etmenlerden ve ayrıca insanın toplumsal iletişim kapasitesini belirleyen biyolojik sınırlardan bahsediyorum. Nedense bu tür sınırlamalar içinde faaliyette bulunduğumuzu unutuyoruz. Yüz bin kişilik bir grup oluşturulmaya karar verildiğinde dikkate alınması gereken birçok parametre olacağı gibi, bu durumda hiyerarşik, yani dikey yapılanmaların belirmesi zorunlu olacaktır. Ben dikey yapılara karşı çıkıyorum demek dikey yapıların belirmesini durdurmaz. Bu tür yapıların ortaya çıkması nüfus yoğunluğuyla doğrudan bağlantılıdır. Nüfus yoğunluğu düşürülmediği sürece, dikey yapılanmalar da olacaktır, eşitsizlikler, büyük gruplar, uluslar ve bir yığın kurum da. Teknik mesele derken kastettiğim buydu.

Uygar’ın sunduğu devrim yaklaşımı açıkçası çekici ama bu tür devrim, teknik açıdan ne kadar uygulanabilir, o konuyla ilgili ciddi şüphelerim var. Uygar da maalesef konunun bu kısmına hiç değinmiyor. Yatay siyasallık benim de tercihim ama nüfus yoğunluğu düşürülmeden bunu başarmak çok zor. Medeniyet düzeyi yükseltilerek toplumsal iletişimi dikeyleştirmeye (hiyerarşileri ortaya çıkaran) yönelten süreçlerin baskısı azaltılabilir ama bu da daha fazla üretimi ve daha fazla kontrol/karar mekanizmalarının devreye sokulmasını gerektirecektir. Bu mekanizmaları dikeyleşmeleri nasıl durdurulacak? Medeniyet düzeyinin arttırılmasının iyi bir çözüm olmadığı gözüküyor ve medeniyetin kendisine bulaşmayan bir devrimcilik (ya da solculuk diyeyim; bence daha uygun) ne kadar anlamlıdır veya arkasından gitmeye değer mi? Neticede modernite dediğimiz şey medeniyetin getirdiği bir evre değil mi? Yani moderniteye, modernist siyasete hayır ama onu ortaya çıkaran medeniyete evet. Burada bir çelişki yok mu? Medeniyetin ortadan kalkmasını istemek gerekmeyebilir ama bugün medeniyetin ulaştığı yer ve/veya yapı sorgulanmadan bir yere varılacağını sanmıyorum. Bu bağlamda aynı kökten beslenen sosyalist modellerin de sorgulanması gerekiyor. İnsanlar yaşam tarzları (yani medeniyet) üzerine oturup düşünmek zorundalar artık. Özellikle yatay sistemler isteniyorsa, o zaman bu kalabalıklar şeklinde yaşama konusunda ne yapılabilir, bunun üzerinde düşünmek gerekiyor. Bu sadece bir kentte milyonların yaşamasıyla ilgili bir tartışma da değil, aynı zamanda neden büyük ulus devletlere ihtiyacımız var. Belki de bu büyük ulus devletlerin parçalanması çok daha yerinde bir hareket olabilir. Bu sonuncusu sadece bir öneri ama kanımca bu tür sorular üzerinde düşünmemiz gerekiyor.

Devlet, iktidar gibi kurumlara karşı olup devrimi bunlardan bağımsız düşünmeyi teşvik etmeye çalışan birisi olarak Uygar aslında eleştirdiği herkes kadar çok siyasetle ilgileniyor, tartışmayı hiç de alışılmamış cephelere taşımıyor. Açıkçası ben çok farklı bir yaklaşım görmedim. Bu tür devrimin nasıl gerçekleşeceği üzerine pek konuşmadığı gibi (teknik ayrıntılar), önerdiği devrimcilik hâlâ iktidar mücadelesiyle ilişkili. İktidarı, sahip olanlar ve olmayanlar şeklinde veya Foucault’un yaptığı gibi tüm toplumu kapsayan hakikat rejimleri şeklinde düşünsek de, Uygar’ınkisi var olan iktidara karşı yapılan bir mücadele. Bu farklı bir şekilde yapılabilir mi, açıkçası bilmiyorum, ama Uygar’ın yaklaşımı da farklı değil. Üstelik devrimin canlandırılması, bir canlı varlık olarak görülmesi ve bir süreç olarak düşünülmesi bana çok daha şiddetli bir iktidarcı yaklaşım gibi geldi. Böyle bir toplumun içinde devrimci olmadan yaşayabilmek mümkün olacak mı? Herkes devrimci olmak zorunda değil.

Kendi adıma konuşacak olursam, ben devrimi bir tecavüz, toplumsal bir tecavüz olarak görüyorum. Tek avuntum, bu tecavüzün bir tecavüzü veya tecavüzleri ortadan kaldırmak için ortaya çıkması ve bu yüzden de ne kadar kısa olursa, kendisini ne kadar bitmiş bir proje olarak yapılandırırsa olumlu sonuçlara varma ihtimalinin olması. Bu bağlamda düşününce devrimciliği de bir hastalık olarak görme eğilimi içindeyim diyebilirim. Devrimi ani bir patlama, toplumdaki iletişim ağlarını, ilişkilerini ve güç odaklarını büyük bir değişimden geçirmeyi hedefleyen (bunu her zaman başaramayabilir) bir toplumsal patlama olarak görüyorum. Bu açıdan bakınca, devrim aslında toplumsal yaşamda bir aralık, bir parantez veya matematikte karşımıza çıkan bir asimptot gibi bir şey. Devrimler süratle kurumsallaşır ve kendi örgütlenmelerini yaratırlar. Bugüne kadar gerçekleşmiş başarılı devrimlerin hepsi böyle sonuçlandı. Elbette bir devrimci zihniyetin sürmesinden veya bu zihniyetin kendi hegemonyasını oluşturmasından bahsedebiliriz. Ben bunu tehlikeli bir oluşum olarak görüyorum. Henüz kendisini gerçekleştiremediğini düşünen ve bunu toplumsal yaşamın tüm katmanlarına yayan bir ani değişimci zihniyet. Bu kararsız bir topluma yol açar. Gereken toplumsal ağlar, yapılar ve merkezler oluşamaz. Çünkü sürekli her şeyi ani bir değişiklikten geçirme isteği, ani değişikliğin henüz tamamlanmadığı iddiası vardır: Yapılanı görmemekte ısrar ederek henüz hiçbir şeyin yapılmadığını göstermeye çalışan zihniyet; “mücadele hâlâ sürüyor”. Ve bu arada devlet gibi kurumları ortadan kaldırma adına aynı düzeyde kurumsallaşmaların, devrimci kurumsallaşmaların ortaya çıkması da ayrı bir konu. Bunların çıkmayacağını iddia etmek, eğer devrimin gerçekleştiği grup milyonlardan oluşuyorsa, çok anlamsız; ciddiye alınamaz. Böyle bir şey mümkün değil. Bunun bugünkü koşullarda mümkün olabilmesi için günümüzde var olan medeniyetsel yapıya karşı gerçekten çok ciddi tedbirlerin alınması gerekiyor. Uygar’ın yazısında bunlarla ilgili bir tartışma yok.

Devrimin profesyonelleştirilmesi sonunda totalitarizme yol açar. Buna katılıyorum ve profesyonellik de tam bu şekilde, devrimin hiçbir zaman bitmeyen bir süreç olarak sunulmasıyla gerçekleşir. Devrimi eğer her türlü aşkın iktidardan, otoriteden bağımsızlık olarak tanımlıyorsak, bu tür devrimin ömrü çok kısadır. Sanırım devrim gerçekten de bu olmalı: O güne kadar var olmuş iktidar ilişkisine, toplumsal örgütlenmeye bir parantez açarak onu zor kullanarak büyük bir değişikliğe tabi kılma girişimi. Bu açıdan bakınca devrimin kendisi bir aşkınlık eylemidir. Her şeyi hiçe sayan, kendisini her şeyin üstünde gören bir zihniyetin ürünüdür ki, karşı çıktığı aşkın iktidardan pek bir farkı yoktur. Bunun sürdürülmesi, devrimin bittiğini görmemek, onun bir süreçten çok iki şeyi birbirinden ayıran bir aralık, bir asimptot olarak görmemek, asıl bu yaklaşım devrimi garip bir şeye, daimi bir aşkınlığa dönüştürür. Ve bu tür devrimcilik anlayışının sonu her zaman totalitarizmdir. Uygar’ın yazısında benim gördüğüm hiç de öyle toplumsal diyalogu öne çıkaran bir yaklaşım değil, aksine iktidarı kendi adına almaya çalışan, sonuna kadar iktidarcı bir yaklaşım. Aynı aşkınlık, aynı iktidarcılık, ama farklı adla ve farklı bir insan türü için. Evet, farklı bir grup demiyorum, farklı bir insan türü diyorum ve böyle bir ihtimalin herkesi korkutması gerekir. Hele devrimin canlandırılması, yaşayan bir varlığa dönüştürülmesi kadar tehlikeli bir şey düşünemiyorum.


3 yorum:

Unknown dedi ki...

Ayşegül Denizci, bu mesajla ilgili olarak iki sayfanın adresini ve bir alıntı göndermiş bize...

http://www.zamandayolculuk.com/cetinbal/schrodinger.htm

"...Evren’deki HER ŞEY i tanımlayan tutarlı bir model bulacağımız konusunda umutluyum. Bunu yaparsak bu insan soyu için gerçek bir zafer olacaktır.”
Stephan Hawking

http://kuantum_x.sitemynet.com

Unknown dedi ki...

Ayşegül Denizci, bu mesajla ilgili olarak iki sayfanın adresini ve bir alıntı göndermiş bize...

http://www.zamandayolculuk.com/cetinbal/schrodinger.htm

"...Evren’deki HER ŞEY i tanımlayan tutarlı bir model bulacağımız konusunda umutluyum. Bunu yaparsak bu insan soyu için gerçek bir zafer olacaktır.”
Stephan Hawking

http://kuantum_x.sitemynet.com

Adsız dedi ki...

Nizamettin Uygar’ın itirazî notu:


Proust'un dediği gibi ''Her sözcüğün altına biz kendi imgemizi, kendi anlamımızı koyarız, bu da yanlış anlamalar yaratır. Fakat güzel kitaplarda yapılan tüm yanlış anlamalar güzeldir''.Deleuze buna olumlu manada ‘azınlık dili yaratmak’ diyor. Metni yorumlayan değil, ondan yeni bir metin çıkartan bir dil, aynı dilin içinde bile iki dilli olmak onun bahsettiği…
Timuçin’in ‘’Aşkıncılığın farklı bir şekli olarak devrimcilik ‘’
Yazısı böyle değerlendirilebileceğim bir yazı değil. Timuçin, metni kendi ezberinden okuyor ve yine kendi ezberi üzerinden ‘yanıtlıyor’.Metnin söylemediğini kendi söylüyor; sorulmasının metni anlamsız kılacağı soruları sorup kendi cevaplıyor. Metne baştan sona düz mantık uyguluyor, ‘Bu olmaz, böyle olursa da bu olur …’diyor. Böyle bir yazıya nasıl yanıt verebilirim açıkçası çok fazla bilmiyorum.
Devrim konusunun kolay konuşulabilinir bir konu olmadığı doğru. Devrim, benim için bir öznellik olarak var olan hakkında konuşmak anlamına geliyor. ‘’Tarih'te artık kendimizi görmek zorunda olmadığımızı, mutlak bir şimdiliğin gereklerini düşünmeyi anlamlı bulduğumu’’ belirtirken anlatmak istediğim biraz da buydu.
Benim yaptığım, Devrimin, bir yaşama arzusu, bu arzunun yaşantılanması; ve savunduğum Devrimin siyasal değil toplumsal bir devrim olduğunu ifade etmekten başka bir şey değil.
Yerlilik kavramı ‘’Kendi kuruculuğu olan, kendi öznelliğini deney imleme gücünün bizatihi kendisini anlatır. İnsanlığın/emeğin, imgelemimizi, ufkumuzu, varlığımızı deney imlemekten bizi alıkoyan aşkın iktidara ve onun yabancılığına ve bizi sınırlarla bölüp tanımlayan, devletlerin ulusu haline getiren ulusallığa, sınırlara karşı isyanın kurucu gücüdür.’’ Derken amacım, devrimin bütün aşkınsal anlamlandırılmalardan arındırılmasına katkı yapmaktı.
Şimdi gelinen bu noktada söyleyebileceğim şey, ‘’Biz Dünyanın Yerlileri’’ metninin kendi bağlamından soyutlanmadan okunmasıdır.